.

62 12 18
                                    

Her gece olduğu gibi aynı bankta uyuyordu. O bank onun eviydi. Evi olan bir evsizsi o. Daha birgün bile birisiyle sohbet ettiğini görmemiştim. Kimsesi de yoktu. Ayni saatte uyanırdı aşağı yukarı. Aynı saatte dönerdi evine. Bazen elleri ceplerinde umursamazlığın dibine vurarak. Bazen de ellerinde içinde bira olan poşetlerle. Sırti hep bana dönük olurdu. İnip kalkan kolundan anlardım, hafif hafif birasını yudumlardı. Bir kere bile başını kaldırip bakmazdı benden tarafa. Kendimi fark ettirmek için de bir şey yapmazdım zaten. Uzaktan izlemek hoşuma gidiyordu.

Neredeyse sırt hatlarını ezberlemiştim. Omuzlarına kadar gelen keçeleşmiş saçlarına gitti eli. Mümkün olan en iyi şekli vermeye çalıştı ama daha beter yapmaktan ileriye gidemedi. Yüzünün aldığı şekli az çok tahmin ediyordum; hoşnutsuz. Hoş, mütemadiyen hoşnutsuzdu ya. Gülümsediğine hiç denk gelmemiştim. Belki de gün içinde yaşadıkları onu gülümsetiyordu. Bunu bilemezdim ama biledebilirdim de. Aklımla gelenle yüzümde fütursuz bir gülümseme peydah oldu. Sokak adamını biraz olsun tanıma fırsatım olacaktı. Onu takip edecektim. Yüzümde ki gülümsemeyi silmeden pencereden çekildim. Odama dönüp yarım bıraktığım, kapağı açık kitabımi elime aldım. Yatağıma geçerken ışığı kapatıp baş ucu lambamı yaktım. İç çekip kaldığım yerden okumaya devam ettim.

".. Eğer gerçekten odandaki gardırobun yerinde olsaydım, gündüz kendimi bir şekilde odanın dışına atar ve en azından çiçekler solana kadar salonda dururdum. Hayır, bu hiç de hoş değil.."

Milena' ya yazılmış satırların içinde kaybolurken uyuyakalmıştım.

Sabah kalktığımda o hala uyuyordu. Her zaman ondan erken kalkar işe gitmek için hazırlanırdım. Yarım saat sonra evden çıktığımda yoldan geçen insanları izliyordu boş boş. Bu sefer ters istikamette işe gitmek yerine apartmanın köşesine sinip izlemeye başladım. Birkaç dakika sonra ellerini dizlerine koyup derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı. Bana sırtını dönüp yürümeye başladığında ben de hareketlendim. Saçma bir heyecan veren takibin içine düşmüştüm. Bunu yapmadan önce daha rahat şeyler giymeyi akil edemediğim için kendime kızarken adamın peşinden köşeden sola döndüm. Topuklu ayakkabılarım boş sokakta sesini arttırırken dikkat çekmemek için fazla yaklaşamıyordum. Zaten bu işin raconu da buydu ya. Uzunca bir süre yürüdük. Neredeyse pes edecekken sahil kenarına geldik. Kıyıya yaklaşıp denizi izlemeye başladı. Bir süre baktı etrafına gelen giden yoktu. Sahil tamamen boştu. Bir an tüm İstanbul' da sadece onun kaldığını düşündüm.

Ben bile yoktum.

Kolunu kaldırıp denize el sallamaya başladı. Kaç dakika el salladı bilmiyorum. Ama o el sallarken gelen gemi sesleri yüzünde buruk bir gülümsemeye sebep oluyordu.

Gemiler bunu biliyor muydu?

Kime el salladığını deli gibi merak etmeye başladım. Belli ki birini bekliyordu. Ve bunu çoktandır yapıyordu.

Nihayet gemiler gözden kaybolduğunda ya da kendince ayırdığı bekleme süresinin sona erdiğinde tekrar yürümeye başladı. Tam hareket edecekken görüş alanıma başka bir adam girdi.

Kolları hafif arkada, bacaklarını aça aça yürüyen, kırmızı pullu ceketli, hafif kel bir adam yüzünde ablak bir gülümsemeyle uzaklaşan sokak adamın eski yerinde durdu. Biraz yaklaşıp adamın yüzüne daha dikkatli baktim. Bu, sokak adamının ikizi gibiydi. Aynı o gibi elini kaldırıp denize el salladı. Tam gitmeye niyetlenmişken başka bir adamın
sesiyle yerimden sıçradım.

"İsmail Abi!"

"Hooop!" dedi, pullu ceketli adam.

Sonra bağırarak konuşmaya başladılar. Bu saçmalığa daha fazla anlam yüklemeye çalışmaktan vazgeçip sokak adamının peşinden gittim. Tabii ki izini kaybetmiştim ama yine de arayacaktım. Buldum da. Sahile yakın bir mahallenin terk edilmiş, harabe bakkalının önünde oturuyordu. Sağ ayağı, sol bacağının üstündeydi. Elin de gazete vardı ve kalemle bir şeyler işaretliyordu. O orada öylece otururken pullu ceketli adam yanımdan geçip bakkala doğru yöneldi. Tekrar bakkala baktığımda neredeyse bayılacaktım.

Tanrım, harabe bakkal yeniydi. Döneri bile vardı. Önünde birkaç adam oturuyordu. Bıyıklı birisi, onlara çay uzatırken pullu ceketli, gazete standindan bir gazete alıp iskembeye sokak adamı gibi oturdu.

Kalemiyle gazetede bir şeyler çizerken bir taraftan da yanında ki insanlarla sohbet ediyordu.

Olaylara mantıkli bir açıklama getiremiyordum. Sanki aynı insanın iki farklı hayatına tanık oluyor gibiydim. Eğer varsa, paralel evren zırvalığının içine sıkışmış olmalıydım ya da ufaktan deliriyordum. Koşarak bakkalın önünden geçtiğimde kimse dönüp bakmadı bana. Ne güzel görünmezdim de.

Sokak adamını yakalayıp takibe devam ettim. Bu sefer bir mezarlığın önünde durdu. Baktı kapısından öylece ama içeriye girmedi.

Giremedi. Onu oraya getiren şeyin büyük acı verdiğini neredeyse hissedebiliyordum. Elleri titrerken kapının tokmağına gitti. Bir süre durup geri çekti. Başı önde tekrar yolunda yürümeye başladı. Her ne kadar çok yorulsam da devam ettim.

Geri kalan zaman da pek bir şey yapmadı. Birkaç çocukla parkta oyun oynadı. Pamuk şeker yedi. Sigara içti. Avare avare dolandı. Akşam olduğunda tekrar evi olanbanka döndü. Oturup bir süre bekledi. Karşı kaldırıma geçip tam karşına dikildim. Elimi havaya kaldırıp bağırdım.

"İsmail!"

Ses gelmedi bir süre. Başı yerdeydi.

"İsmail! "

Biraz kıpırdadi ama başını kaldırmıyordu.

" İsmail Abi!"

"Hooop! " dedi, başını hızla kaldırıp. Cızırtılı sesi kulağıma dolarken gülümsedim. Önümüzden bir araba geçerken beni gördü. Yüzünden neler döndüğünü anlamadığı belliydi.

"O mezarlığa neden girmedin? " diye, bağırdım.

" Çünkü. " dedi, sustu. Kalkıp giderken tekrar bağırdım.

"Çünkü tüm arkadaşların orada zannediyorsun. "

Durdu, sırtı bana dönüktü.

"Hayır, " dedim. "Onlar hala o bakkalın önündeler. "

Olayları kendime bile açıklayamamışken tanımadığım bir adama neler anlatıyordum?

Yavaşça dönüp bana doğru yaklaşmaya başladı. İşkence gibi gelen bir sürede tam karşımda durdu.

"Kimsin sen?"

Kısık sesi son derece rahatsız ediciydi. Sahilde bağıra bağıra konuşan neşeli adamla bağdaştırılamazdı ama oydu eminim.Her ne kadar saçları uzun, sakallı olsa da bir insanı tanımak için gözleri fazlasıyla tanık gösterilir nitelikteydi.

"Bak beni tanımıyorsun ama gördüm seni. Üzerinde pullu bir ceketi olan adam tipkı sendi ve bugün sen ne yaptıysan aynısını yaptı. "

"Ben pullu ceket hiç giymedim. "

Takıldığı detaya gözlerimi devirdim. Ona, bakkalda ve sahilde gördüğüm adamları tarif ettim.

"Evet, hepsi benim arkadaşlarım. " dedi, titrek bir sesle. " Öldü onlar."

"Başka bir zaman da hala oradalar. "dedim.

Gözünden yaşlarken akarken gülmeye başladı. " Delirdim. " dedi.

"Belki de en akıllıca olanı bu. "

"Peki mutlular mı?"

"Öyle görünüyorlardı. "

Gülümsedi, burukça.

"Sana kahve ismarlamak istiyorum.

"Sallama çay yapar misin?"

"Beni bıyıklı adam olarak görmüyorsun değil mi? "

"Bilmem, bir hayalsin nasıl olsa her an istediğim gibi görebilirim. "

"Pekela. " dedim koluna girerek. Onu evime doğru yönlendirdim.

"Eğer hayalsek ya da öyle bir şeyler. "dedim, gülümseyerek.

"Ben seni balık olarak görüyorum."

"Kuru yük gemisi arayan bir balık."

"Çayın nasıl olsun?"

"Açık, tek şeker. "

'Leyla ile Mecnun 'dizisinde yer alan İsmail Abi karakterinden esinlenilmiştir.

Rakı masası Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin