Çiçekli Pencere11. Bölüm
İnsan bir düğümden ibaretmiş.
Akıl kelimesi, kökünü "deveyi toprağa bağlayan düğüm" manasına gelen kelimeden alırmış. Bakın şu işe ki, akıl insanı da dünyaya bağlıyor, akıl olmayınca yükselebiliyoruz göğe.
Aklımı ne zaman kullanacağım bilinmez, kendimi hep dünyada öylesine dolaşan bir gezgin gibi görüyorum. Herkesi takip etmeye çalışan kayıp bir seyyah ve azığında sadece gökyüzü var.
Yine de tutunmaya çalışıyorum toprağa. Çünkü gökyüzü bize değil kuşlara aitmiş.
"Çiçek Kız acaba hangi denizleri kurtarıyor acımasız gemilerden?.."
Enes'in sesini duyunca çenemi elimin hapsinden kurtardım. KPSS dersi çalışmak için geldiğim bu kamelyada "uyumak ya da uyumamak işte bütün mesele bu" kıvamına gelmiştim her zaman olduğu gibi.
Hiçbir şey anlamayarak bön bön bakan gözlerim sayesinde güldü, "Epey derinlere dalmıştın da ondan dedim."
Tahtadan masamın karşısına geçip oturdu, onu ve şapkalarını bir haftadır görmemiştim. Başında bir bere vardı bu kez, sonbahara yakışsın diye koyu kahverengi.
Onu incelerken; ince parmaklarına, gülerken iyice kaybolan çekik gözlerine, sesinin her kelimede başka tonlanmasına ve bana asla dönmeyen gözlerine bakarken ne kadar özlediğimi söylemedim. Doğuştan patavatsız biri olabilirim ama onu utandırmak istemem.
Onun yerine şöyle cevap verdim, "En güzel inciler derinlerde olur dediler, ben de inandım."
Enes önümdeki, her biri açılmış ama hiç de açık gibi durmayan zavallı test kitaplarına bakıyordu.
"Demek sen de kurbanlardan birisin?"
"Sen de mi öylesin?" diye sordum, tahsili ne üzerineydi, onu bile bilmiyordum hala.
"Hayır, çok şükür." dedi, böylece en azından benim hazırlandığım sınava hazırlanmadığı bilgisini edindik. Yani süper bir gelişme, geriye yalnızca binlerce soru işareti kaldı.
"Peki şimdi ne olacak?"
Neşeli mırıltıma gülümsedi. "Besbelli senin ders niyetin yok. Gün batana kadar denizi izlemeye ne dersin?"
Kafamı hızla aşağı yukarı sallıyordum ki işaret parmağını kaldırdı, "Tek şart: Hiç konuşmamak."
Konuşmamak benim gibi biri için çok zor olsa da kabul ettim. Üstelik onunla olan diyaloglarımız dünyamdaki en güzel şey olduğu halde. Başka kimseyle böyle konuşamıyorum desem kimsesiz olduğumu mu sanırdı?
Henüz yoldaydık, dolayısıyla suskunluk kuralı icraya konmamıştı, "Yüzme biliyor musun?" diye sordum.
"Hayır. Yazları genellikle kapalı alanlarda olurum. Güneş benden pek hoşlanmaz. Malum sebepten."
Derisi şeffaf gibiydi, gözleri ise kızarmaya hazır. Güneşe karşı çok hassas olması olağandı ama hiç aklıma gelmemişti.
"Hangi lisede okudun?"
"Kocaeli'ndeki bir lisede. Bana ne zaman resimlerini göstereceksin?"
Belki de ilk kez o soru soruyordu bana. Laf arasında küçücük söylemiştim resim yaptığımı, ilgileniyor olması hoşuma gitti. Ama gösterebileceğimi sanmıyordum pek. Bana olan düşünceleri nasıldı bilmem ama olduğundan kötü bir hale sürüklemeye niyetim yoktu. Kalan birkaç adımı daha hızlı attım sahile ve zıplayarak arkama döndüm.
"Deniz göründü, cevap veremem!"
Sadece güldü mecburen. Düz biçimli iki kayalığa oturup denize bakmaya başladık. Gökyüzü kuşlarınsa denizler de balıklarındır değil mi? İzleyebilmemiz ve içimize böyle huzur yaymaları ne güzel bir hediye.
Dalgalar hızlıydı, Karadeniz de Marmara da sonbaharda hırçınlaşırdı. Hava da grimsi bir renkteydi zaten, bulutların hepsinin tek bir yağmur kümesi halinde gezdiği günlerdendi. Hava soğuk görünüyordu ama değildi.
Hayat ne garipti. Bütün klişe lafların ardında. Hem yenik hem galip hissedebiliyorduk. Hem iyi hem kötü, İstanbul sonbaharı gibi. Hem burada hem gökte olabiliyorduk aynı anda.
Yağmurlu havalara bayılan martılar etrafta koşuşup bulutların ağlamasını beklerken biz susup denize bakıyorduk hala. Ben kendimi düşünüyordum her zamanki gibi. Zor bir hayatım yoktu ama zor bir kendim vardı. Her şeyi elime yüzüme bulaştırırdım, en çok da kendimi işte.
Empati yeteneğinden yoksundum sanırım. Ya da bencil miydim? Çünkü ne zaman düşüncelere dalsam herkesin ama herkesin müthiş yaşadığı, benimse öyle uzay boşluğunda durduğum vardı sadece aklımda. Kıskanç mıydım?
Bunları Enes'le konuşmamış mıydık, neden ikna olamıyordum? Neden elimdeki kendimle yetinemiyordum?
Gökyüzündeki bulutların karman çorman birbirine girmelerini izledik saatlerce. Güneş usul usul battı, karanlık çökmeye başladı. Sahildeki insanlar azaldı. Ancak o zaman Enes sessizce kalktı, ben de onu takip ettim. Acıktığımı, susadığımı bile hissetmemiştim tüm gün boyunca. Sahilden uzaklaşırken de konuşmadık ama huzursuzluğum dalgalarla birlikte akıp gitmiş gibiydi. Yetinmeyi öğreniyor muydum?
Bizim sokağa gelince el sallayarak vedalaştık ve hiç göz göze gelmedik, yine. Ama canımı acıtmıyordu. Kaybolduğum yerde o da vardı, bunu bilmek yeterliydi.
Seninle susmak çok güzeldi Bulut Çocuk. "Senin için saklayıp sana getirip anlattığım her şey" diyordu şarkıda ama ben sana susmalarımı da getireceğim artık.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çiçekli Pencere
RomanceBu hayatta herkesin bir çiçekli penceresi vardır, demişti biri. Siz de birinin çiçekli penceresisinizdir, eğer değilseniz de olacaksınızdır bir gün. Ben çiçekli penceremi bulmuştum.