13- YARALI

51.3K 4.6K 1.9K
                                    

İki haftadır aldığım sigara paketinden geriye sadece bir tane sigara kalmıştı.

Normalde sigara içmezdim ama babam ne zaman dertlense ya da bir şeyler düşünse bir sigara yakardı. Sanki sigaranın dertlere iyi gelen bir yönü vardı, belki de daha da kötü ediyordu bilmiyordum ama son çare olarak buna başvurmuştum.

Sigarayı dudaklarımın arasına alıp sigara paketini yanımda duran çöpe fırlattım. Issız, karanlık sokakta çöpten çıkan ses yankılanmıştı. Cebimden çıkardığım siyah çakmak ile sigarayı yakarken diğer yandan da sokağa göz gezdirdim.

Günlerdir işten eve geç dönüyordum, bu yüzden gecenin bir yarısı sokakları dolaşmak zorunda kalıyordum. Bunun sebebi hem işlerin artması ve çalışma süremin uzamasıydı hem de o mahalleye kimse yokken girip, görmek istemediğim kişilerle karşılaşmamak için çabalamamdı.

İçime yoğun bir duman çekip yürümeye devam ettim, ıssız sokakta yürürken kendimi daha rahat hissediyordum.

Sigaram bitmek üzereyken evimin bulunduğu sokağa yaklaştım. Sigaradan bir duman daha çekip yere attım ve ayakkabımın ucuyla ateşi söndürdüm. O sırada bizim köyde sürekli öten, kardeşlerimin ve benim 'gece canavarı' diye adlandırdığımız o kuş ötüyordu.

"Sikeyim..."

Issız sokakta acıyla karışık, sinirli bir ses geldiğinde kaşlarım çatıldı. Onu takip eden nefes sesleri ise daha fazla meraklanmama sebep olmuştu. Normal değildi.

İlk önce etrafıma bakındım, daha sonra önümde ki boş araziye göz gezdirdim. Ağaçlık bölgenin önünde oturur pozisyonda duran bir beden vardı, kaşlarım daha çok çatıldı.

Adımlarımı oraya yönlendirdiğimde karanlık silüetin yüzünü yavaş yavaş seçebildim. Birkaç adım kala yerde eli, karnı kan içinde kalmış Kürşat'ı gördüm.

"Ne oluyor ulan..." diye sordum afallayarak, yarası kötü görünüyordu. Kendisi de.

Bakışları bana döndüğünde beni gördüğüne hiç memnun olmuş gibi değildi. Hiçbir şey demeden kalkmaya çalıştı ama tabi ki yapamadı.

"Kurşun yarası mı?" diye sordum, olayın saçmalığını bir kenara bırakıp. Sanki normal bir şeyden bahsediyormuş gibi.

"Bıçak." dedi tükürür gibi. Konuştuğunda bile yüzü buruşmuştu.

Bu haline rağmen bana o kadar kötü bakıyordu ki kaşlarım çatıldı. Bu kadar mı nefret ediyordu benden?

"Ambulans çağıracağım." dedim mesafeli bir şekilde. Bakışları bana döndü.

"Sakın, sen karışma." dedi tehdit eder gibi. "Siktir git."

Kaşlarım çatıldı, küçücük bir iyiliği bile hak etmiyordu. Bir karıncaya zarar gelse ağlayacak olan ben o an Kürşat'ın yüzün kin ile bakıp arkamı döndüm.

"Ne bok yersen ye." diye söylendim sinirle. Geldiğim yolu sinir ve öfke ile yürümeye başlamıştım.

Tam bir adım daha atmıştım ki onun acı dolu sesini duydum, ses çıkarmamaya özen gösteriyordu ama ben duyuyordum. Olduğum yerde durdum ve gözlerimi kapattım.

Sanırım hâlâ bir karıncaya zarar gelse ağlayabilirdim. Eğer onu burada bırakırsam anca sabaha bulurlardı onu. Ambulansı aramaya ise hiç niyeti yok gibiydi, farklı bir şeyler vardı.

Düşünmeye son verip kaç dakika öylece durduysam en sonunda pes edip arkama döndüm ve ona doğru büyük bir öfke ile yürüdüm. Kürşat beyaz gömleğinden akan kana bakıp elini daha çok bastırıyordu. Benim yeniden geldiğimi gördüğünde kafasını kaldırıp acıyla yüzüme baktı.

"Burada durursan kan kaybından geberirsin." diye mırıldandım ona doğru eğilirken. Gözüme sağlam gelen kolunu tuttum ama o geri çekmeye çalıştı.

"Bırak." dedi sinirli çıkarmaya çalıştığı sesi ile.

"Sus lan!" azarlar tonda konuştuğumda gözlerimin içine baktı ama bir şey diyemedi, afallamıştı.

Onun afallamış halinden faydalanıp kolunu omzuma koydum. Eli önümde sarkmışken, elimi beline koydum ve onu kaldırmaya çalıştım. Ama benden daha kalıplı olduğu için biraz zorlanıyordum.

Biraz da olsa bana yardım edip ayağa kalktı ama her an düşecek gibiydi. Kim bilir kaç bıçak yarası vardı karnında.

Tamamen ayağa kalkabilmeyi başardığında belinden daha sıkı sardım, diğer elimle de önümde sarkan bileğine koydum. Ağırlığından dolayı yüzüm buruştu. Bir de tüm yükünü bana vermişti.

"Hastaneye gidiyoruz." kafasını olumsuz anlamda salladı.

"Lan yaralısın," dediğimde elini yarasına götürdü, yüzü buruşmuştu.

"Gidemem,evime de gidemem."

"Neden?" sıkıntılı bir nefes verdi.

"Çok soru soruyorsun." kaşlarım çatıldı.

"Beynini siktiğim." diye mırıldandım ve ona aldırmadan yürümeye başladım. O bana ters ters bakıyordu.

Bana zorluk çıkarmadan benimle beraber yürürken etrafına bakmayı da ihmal etmiyordu. Mahalleye yaklaştıkça onu stres basmıştı.

"Beni kimsenin böyle görmemesi gerek, yoksa ortalık iyice karışır. Babam rahat durmaz." sonunda artistlik yapmayı bırakıp yavaş yavaş dökülmüştü. Acıdan dolayı istemsizce eğiliyordu.

Ona cevap vermedim, tek ihtimal vardı o da evime götürmemdi.

Boş sokakta biraz daha hızlanarak evin önüne geldiğimizde itiraz edecek gibi durdu ama yine de sesini çıkarmadı. Eğer sesini çıkarsaydı onu kapının önünde bırakıp eve geçebilirdim, sanırım.

Cebimden anahtarımı çıkarıp kilide sokup çevirecektim ki kapı birden açıldı. Annem aşırı uykulu bir vaziyettedir kapıyı açmıştı. Muhtemelen yine beni beklemişti.

İlk bana baksa da ardından yanımda ki yaralı kurda baktığında 'hııh' diyerek gözlerini iri iri açıp yarısına kadar düşmüş eşarbını kafasına çekti.

"Oğlum, ne oluyor?" diye sordu şok ile.

"Anne, sonra anlatırım. Açıl içeri geçelim."

Annem dediğimi yapıp anında kenara çekilmişti, Kürşat ne konuştuğumuzu anlamadığı için terdirgin duruyordu. Vücudu kasılmıştı.

Ben onu zorlukla içeri soktuğumda yer minderlerinin olduğu yere götürüp yavaşça bıraktım. Sırtı duvara yaşlanmış minder ile buluşunca biraz daha rahatlamış gibiydi.

Annem kapıyı kapatırken ben nefes nefese Kürşat'a baktım. Şimdi buna ne yapmalıydım?

MEMLEKETSİZ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin