*4*

60.2K 2.4K 71
                                    

Cümleler sırayla kursağıma dizilirken karşımdaki görüntüye bakmaya devam ettim. Kaburgalarımın ciğerlerime battığı, kalbimin görünmez bir elde sıkıldığı, bacaklarımın titrediği o nadir anlardan birindeydim. Yemekhanenin girişinde öylece duruyordum lakin ruhum çoktan Selim'in karşısına dikilmiş, hesap soruyordu. O... Fazlasıyla değişmişti. Saçlarını kısacık kestirmiş, gözlerinde tatmin duygusu, gülüşü kibirden ibaret. Sadece bir ay geçmişti. Beni hiç düşünmediğine emin olduğum otuz gün boyunca aklımın bir köşesinde tekrar biz olacağımızı umut ediyordum. Ta ki iki esmer kızla gözümün önünde oynaşana dek. İnsanoğlu garip, dedim tekrar kendime. Hissettiğim duygu akıntısı kısa sürdü. Aramızda iki mertelik mesafe vardı ama sanki ona yürüsem de hiç ulaşamayacakmışım gibi geliyordu. Kısa kısa nefesler alıp vererek yemekhaneden çıktım. Esma'nın telaşlı bakışlarından mıdır, bir garip oldum. En iyisi sınıfa dönmekti. Dersin başlamasına yarım saat vardı, geç kalmış gibi hızlı hızlı yürüyordum yine de. Az önceki resmi kafamdan atmaya çalıştım. Bu aklımın bir oyunuydu. Selim diye biri hiç olmadı. Buna inanmayı tercih ediyordum. Sınıfa girdiğimde bir iki göz bana döndü. Onlara aldırış etmeden kendi yerime geçtim. Zaten sınıftaki öğrenci sayısı iki elimin parmaklarını geçmeyecek kadar azdı. Kafamı sıraya gömerek içimden ona kadar saydım. Her sayıdan sonra rastgele bir şarkının bir nakaratını söylüyordum. Farklı ve işe yarayan bir sakinleşme yöntemiydi. Son sayıyla birlikte kafamı kaldırdım. Yanımda Esma ve telaşla bakan badem gözlerini görmeyi beklerken, onun yerine Baran'ı ve umursamazlığın kitabını yazdıracak ela gözlerini gördüm.
"Bir şey mi oldu Baran?"
Bana uzun gelen ama iki saniye süren sessizliğininin ardından "Çok salaksın. Kesin bir erkek yüzünden bu haldesindir. Sana bir tavsiye Asya, biz erkekler için bu kadar heba olmana değmez." dedi.
Gözlerimi devirme isteğimi bastırıp "Düzenbazın tekinin sözünü dinleyeceğimi düşünmüyorsun herhalde?" diye konuştum. Ellerini kehribar saçlarına daldırdı ki bu bende saçlarına dokunma isteği uyandırdı. Uzaktan ipeksi görünüyordu. Parlak saçlarıyla şampuan reklamlarındaki erkeklerden farkı yoktu.
"Düzenbaz mı? Ne yanlışımı gördün Asya?"
Dalga geçiyordu benimle.
"Beni tanımıyormuş gibi davrandın. Oysaki ikimizde o günü çok iyi hatırlıyoruz. Beni kandıramazsın Baran. Ben Asya Toprak'ım. Diğer kızlar ağzından çıkan her söze inanabilir ama ben adından bile şüphe duyarım."
Gülmemek için dişlerini alt dudağına geçirdi. Ayağa kalkarken kulağıma fısıldadı.
"Benden hoşlanan her kız ilk başta ben diğer kızlara benzemem klişesini kullanıyor. Bu da onlardan bir farkın olmadığının bariz kanıtı."
Küstah herif! Eğer senden hoşlanırsam beni cehennemin kavurucu ateşinde cayır cayır yakın. Tabi bunu sadece aklımdan geçirdim. Ona karşı çıkamayacağım kadar saçma ve gereksiz bir konuydu. İçimde tutmak, onunla laf dalaşına girmekten çok daha iyiydi. Esma kaşlarını kaldırarak az önce Baran'ın oturduğu yere oturdu. "Baran'ı gerçekten tanımadığına emin misin?"
Gözlerimi ağır ağır kırpıştırarak karşılık verdim. Bunu yaptığımda susması gerektiğini anlıyordu. Bazı şeyleri içe atmak gerekir, gerçi ben içe atmak yerine tıkıştırıyorum. Bir gün patlamaktan ve çevreme hasar vermekten çok korkuyorum. Çünkü verdiğim zararı karşılayamazdım. Bir şeyleri toparlamaya çalıştıkça daha da dağıtıyorum. Emin olun bu hiç hoş bir durum değil. Ruhumdaki kelebekle toz bulutlarında uyuklarken Esma'nın sesiyle uyandık.
"Benim işim var biraz. Derse giremeyeceğim. Sonra konuşuruz Asya."
Benim konuşmama fırsat bırakmadan defterini ve kalemini çantasına atıp koşar adımlarla sınıftan çıktı. Bu aralar en çok yaptığım şeyi yaparak kafamı sıraya gömdüm. Ah güzel kelebeğim, daha neler yaşayacağız acaba?
Dersin bitmesiyle bulunduğum iç karartıcı ruh halinden sıyrıldım. Benim Edebiyat dersinden sıkılmam çok tuhaftı. En sevdiğim derste neredeyse uyuyacaktım. Kimse farketmeden yanağıma tokadımı geçirdim.
"Kendine gel Asya Toprak. Bu Edebiyat dersi. Canla başla dinlemen gerekliydi!"
Ön sıralardan tok bir kahkaha sesi kulaklarıma dolunca şaşırarak gülen kişiye baktım. Kehribar saçları birbirine karışmış bir adet Baran.
"Lütfen görmediğini söyle."
Sesim, annesi çikolata almadığı için mızmızlanan küçük kız çocuklarından farksızdı. Karşıma oturup "Artık çok geç. Zaten senden beklenecek hareketler bunlar. Pek kasılmana gerek yok." diye mırıldandı. Sıktığım çenemin acısını kalbimde hissederken bir yandan ne söyleyeceğimi düşündüm. Böyle hazır cevap birine ne söylense susardı ki?
Aylar önce okuduğum bir kitaptaki söz aklıma geldi; susmak en güzel cevaptır.
Kısa bir süre ben ayakkabılarıma, o elimdeki kaleme baktı. Bir gün benim ayakkabılarıma, onun kalemime bakmasının hayattaki en büyük pişmanlıklarımdan biri olacağını nereden bilebilirdim?
"Çok safsın Asya. Bunu iyi ya da masumsun anlamında söylemiyorum. Bildiğimiz aptal anlamında söylüyorum. O kadar safsın ki insan seninle uğraşırken her zaman üstünlük sağlayacağından emin oluyor. Kimseye karşı gelemiyorsun."
Her cümlesi, her kelimesi, her harfi tek tek ruhuma duman kokusu bırakırken akmaya hazır gözyaşlarımı geri gönderdim. Sırtımdaki görünmez dikişlerin patladığını hissettim. Yaraların üstüne tuz serpiyorlardı sanki. Böyle hissetmemin sebebi bunları yabancı birinden duymak değil, doğru olmalarıydı. Ben dilimdeki kördüğümü çözmek için çaba harcarken Baran canımı daha da yakmak ister gibi devam etti sözlerine.
"Sana kimseye söylemediğim bir şey söyleyeceğim Asya. Ufak bir tavsiye olarak adlandırabilirsin. Şeytan ol demiyorum ama melek de olma. Melekler fısıldar, insanlar duyamaz. Anladın mı Asya? Bunu aklına kazı. Ruhuna kazı. Kalbine kazı. İzi kalsın sözlerimin. Bir gün gelip bana teşekkür edeceksin. İyi ki çekip gitmek yerine beni gerçeklerle tanıştırmışsın, diyeceksin. Ve ben seni ufak bir tebessümümle ödüllendireceğim."
Yanaklarımdan akan yaş ilk kez bu kadar yakıcı ve sıcaktı. Parmak uçlarım ilk kez bu kadar soğuktu. Yanaklarımdaki durmak bilmeyen hırçın yaşları silmeye çalıştım. Ellerim ısınan elmacık kemiklerime değdiğinde sırtımdan aşağı bir ürperti yükseldi. Kelebeğim Baran'ın sözlerinden sonra derin bir uykuya yatmıştı, uzun süre uyanmayacağını biliyordum. Bildiğim bir şey daha varsa o da Baran'ın haklı olmasıydı. Beni yeni tanımasına rağmen sanki yıllardır tanışıyormuş gibiydi. Çabuk çözümlenen biriydim belki de. Bir gün ona teşekkür edecektim, haklıydı. Ona öyle bir teşekkür edecektim ki içim yanacaktı. O an olacaklardan habersiz ağlıyordum. Kader işte. Ne olacağı asla tahmin edilemezdi. Mesela ona teşekkür ettiğimde tebessüm etmek yerine yapacağı şeyi asla tahmin etmiyordum. Zaman dipsiz bir kuyuydu. O kuyuya bir taş atardınız, su sesi beklerdiniz. Duyduğunuz tek ses kuyunun gizemli sesi olurdu. Hiç bilmezdiniz veya merak etmezdiniz, attığınız taş suya düşmemiş de olabilirdi. Kuyuda su da olmayabilirdi. Olacaklar, yaptıklarımın bedelleri ve beraberinde getirdikleri o taş gibiydi benim için. Hesaplayamıyordum. Çok sonradan, çok çok sonradan öğrenip ders çıkaracaktım Baran sayesinde yaşadıklarımdan. Tabi o zamana benden ne kalır, nasıl kalır meçhuldu.

Desteklerinize ihtiyacım var. Lütfen görüşlerinizi bildirip vote vermeyi unutmayın. Multimedia: Hayalimdeki Baran ❤ Tabi herkesin kendi hayaline kalmış bir şey bu.

SİYAHIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin