Çiçekli Pencere9. Bölüm
"Gerçekten, mutlu musun Çiçek?"
Ne zamandır görüşmediğim arkadaşım Sude elini yanağına yaslamış, ciddi bir ifadeyle yüzümü süzüyordu.Niçin, niçin, niçin insanlar mutluluğunu kanıtlamak zorunda hissetmeli? Sizinle aynı şekilde yaşamıyorum diye niçin özür dilemeliyim?
Bakışlarımı onun endişeli mimiklerinden alıp, etrafıma yönlendirdim. Bazen kendimi tutabiliyorum. İnsan kalbinin hassasiyetini bilip saygı gösterdiğimden. Dünyaya batmak istemediğimden.
"Aksi için bir sebep göremiyorum." diye güldüm, "Hayat çok güzel değil mi?"
Birileri şoför olsa, ben de arkada uyuklayan çocuk. Olmaz mı? Şarampole de sürebilirler. Ya da karambole -ki bu benim bulanık renkli hayatıma daha çok uyar.
Sude her zamanki gibi bana inanmadı ve hayat hakkında -hani ikimizin de içinde olduğu- tavsiyeler vermeye başladı. Mutluluğuma ikna etme çabam acınası görünüyor olmalıydı oradan bakınca. Evde olduğum için üzülmem gerektiğini düşünüyor. Herhangi bir şey olmadığım için, yani madden herhangi bir şey. Manevi varlığım kimsenin umurunda değil.
Onun iş hayatını sordum, sorulmasını arzuluyordu çünkü, dertlerini anlatmaya başladı ve böylece koptuk o bağlamdan. Tavsiye almaktan ve görünmemekten hoşlanmıyorum. Neden göremiyorlar beni?
Günün geri kalanı o kadar kötü geçmedi, zaten candan sevdiğim bir insandır Sude. Ona hep dua ederim. Yalnızca... Yalnızca, herkes, kendi gittiği yolun harikuladeliğini savunma gayretinde, anlıyorum. Kendimi suçlamamak için uğraşıyorum ben.
Böyle biri olmasaydım, diyorum. Böyle biri olmasaydım, daha çalışkan, daha başarılı, daha istekli, daha normal, daha daha daha...
Yorgun argın eve varmak üzereydim ki telefonum çaldı. Annemdir diye düşünürken ekrandaki Bulut Çocuk yazısıyla canlandım. Birkaç gündür görüşmemiştik. Sık boğaz etmemek için hiç ses etmemiştim.
"Yorulunca koşmaya ara ver Çiçek Kız."
Telefonu açar açmaz bunu dedi. Sebebini bilmesem de gülümsemekten alamadım yanaklarımı.
"Dinlenme noktası nerede, lütfen söyleyin."
"Bir pencere kenarındadır belki... Dışarıda mısın sen de?"
Pencere. Yani arkadaş. Kendinden bahsediyorsa çok haklıydı. Onayladım. "Bizim sokağın altındayım."
"Bu semtteki tek arkadaşım sensin Çiçek, hadi beni biraz gezdir. Manzaralı bir bakkala hayır demem mesela."
Bir araya geldik, Enes bugün şapkasını ters takmıştı bir rapçi gibi. Koyu yeşil bir şapkaydı. Beyaz tişörtü üzerine gri bir kapüşonlu geçirmişti, benim yorgun halimin aksine o çok enerjikti.
"Sana favori bakkalımı göstereceğim." diye girdim lafa. Huzurla heyecanın karışımıydı ses tellerimi dahi harekete geçiren.
"Bu iyiliğini en sevdiğim sakızla ödeyeceğim ben de."
Neşeliydi, onu ilk defa penceresinde gördüğüm halinin tam zıttıydı artık. Ama hiç bakmıyordu gözlerime, yine de. Neden? Tek arkadaşı olduğumu söyledi buralarda. O neden? Tek arkadaşı olduğum için mi hayatının kıyısındayım?
"Bu işe yeni mi başlamıştın?"
Sorumu her zaman olduğu gibi yumuşak karşıladı, "Evet, iki hafta olacak."
"Memnun musun peki?"
"Eh, güvenlik açısından senin korktuğun kadar var ama asgari de olsa bir ücret veriyorlar işte. İnsanlar dünyanın dönme hızıyla yetinemiyorlar artık, markalar da bu yüzden gittikçe daha hızlı kuryelik garantisi veriyor. Elimden geleni yapıyorum."
Başımı salladım. Bakkalın sokağına girmiştik ki güler gibi mırıldandı.
"Durgunsun. Bugün akmıyor mu suların?"
Fark etmesine şaşırmıştım, durmuştu ayaklarım kendiliğinden. Başımı hafifçe kaldırmış yüzüne bakmıştım, rahatsız olacağını düşünüp önüme döndüm sonra.
"Bazen, yolu bulamadığımı fark ediyorum. Herkes çoktan gitmiş de ben yolun kenarında güzel bir taş aramaya çıkmışım gibi. Sanki... Sanki herkes, bu hayata elinde bir kılavuzla gelmiş de ben tüm yönergeyi kaçırmışım gibi... Bunlar hep böyle de ben bazen fark ediyorum işte. Onda bile beceriksizim."
Karmaşık cümleleri sıralayıp nefesimi bıraktım. Şimdi kendimden öyle nefret ediyordum ki. Neden böyle şeyler dedim? Neden böyleyim ben? Böyle olmasaydım.
"Belki bir yol yoktur." dedi, sakince.
Bir şey demedim. İkna olmaya yatkın değildi içim, üzüntü giysilerini kuşanmıştı bir kere.
"Belki bir yol yoktur." diye tekrar etti. "Herkes kendince süzülüyordur. Kimisi uçabilirken kimisi yerde. Herkes için yaratılan başkadır. Kimine kanat kimine kuyruk. Olamaz mı? Birini diğerinden daha doğru, daha güzel yapan ne?"
Gözlerim doldu. Cevap ver bakalım zalim iç sesim. Birini diğerinden daha güzel yapan ne? Neden her şeyimi değersiz sanıyorsun? Vardır bizim de kendimizce bir değerimiz.
İnsanların bana olan düşüncelerinden korkarken, ilk başta ben yapmışım kendime o keskin yargıları.
Kendime söz verdim. Bir daha başka türlü olmayı istemeyeceğim yok yere, acı çekmeyeceğim, dedim.
Bu sırada Enes de düşüncelere dalmıştı. Belki bu konuda belki başka bir frekansta. Acaba onun yenilgilerinin tadı nasıldır?
Bakkala girmek üzereydik ki kısık bir miyavlama duyunca geri adım attım. Acı acı miyavlayan bir yavru kedi. Annesini mi kaybetmiş?
İki bina arasında, birkaç tahta altında oturmuş küçücük, gri tüyleri gür bir bebekti. Eğilip baktım, elime almaktan ürkeceğim kadar minik vücudu. Enes yere çömeldi.
"Bir gözü kapanmış bile." dedi sonra, iç çeker gibi.
"O ne demek?"
"Sokak kedilerinde bazen böyle enfeksiyon oluyor, hemen müdahale etmeyince gözleri görmüyor."
İncitmemeye çalışarak koluna yatırdı, "Hayvan sağlık merkezine götüreyim, sokak hayvanlarına bakıyorlar. Geliyor musun?"
Elbette geliyordum.
Bütün gün yavru için uğraştık. Veteriner gözüne merhem sürdü, pirelerini temizledi. Güzel bir mama aldık, bakkala da söyledik, her gün koyması için mamadan. Tahtaların çivilerini temizledik, evcilik oynar gibi ona bir yuva kurduk orada. Biraz büyüyünce de aşıya götürmemiz gerekiyormuş.
Yeniden başlamakla geçiyor ömrümüz, demiş şair. Çabalamak, tedavi için uğraşmak ve en çok da huzur aramakla. Huzuru tarif ettiğin için teşekkür ederim Bulut Çocuk.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çiçekli Pencere
RomanceBu hayatta herkesin bir çiçekli penceresi vardır, demişti biri. Siz de birinin çiçekli penceresisinizdir, eğer değilseniz de olacaksınızdır bir gün. Ben çiçekli penceremi bulmuştum.