Söz

260 24 45
                                    

"Sedye! Sedye getirin!"

Serdar kadının kemerini çözüp baygın bedenini kucağına aldı. Yol boyunca sürekli fısıldayıp dursa da gözlerini açmamıştı. Üstelik abisi de arayıp yeğeninin durmadan ağladığını, onu kurtaran kadın için korktuğunu söylemişti. Şimdi Serdar daha fazla çabalıyordu kucağındaki kadının iyi olması için.

"Nesi var?"

"Başının arkasına darbe almış. Yol boyunca konuşuyordu ama gözlerini hiç açmadı."

"Tamam. Bundan sonrasını biz hallederiz. Siz lütfen dışarıda bekleyin."

Kadının acile alınmasıyla genç adam derin bir nefes alarak sandalyeye oturdu. Elleri, kıyafetleri kana boyanmış durumdaydı. Çok kan kaybetmişti ve bu da durumuyla ilgili endişelenmesine neden oluyordu. Akşının biri için ilk kez endişelendiğini gördüğünden daha da gergindi adam. Zaten annesiyle babasını yeni kaybetmiş çocuğa bir de onu kurtaran kadının öldüğünü söyleyemezdi.

"Efendim bunlar hanımefendinin eşyaları. Parkta düşmüştü."

Eşyaları alırken "Bana temiz kıyafet getirin," diye emir verdi. Poşetleri yanına koyup kadının çantasından telefonunu çıkardı. Birilerine haber vermesi gerekiyordu. Eğer şifresi yoksa tabii...

Ekranın açılmasıyla tek kaşını kaldırdı. Bu devirde kim telefonunu şifresiz kullanırdı ki? İçinde bulundukları duruma göre saçma olan sorularının cevaplarını düşünmeyi sonraya bırakarak rehbere girdi.

"İki kişi mi?"

Olay zamanı telefonunun darbe alıp almadığını, bilgilerin silinme ihtimalini kontrol etti ama sağlamdı. Hem ekran fotoğrafı da duruyordu. Her şeyin silinip sadece iki numaranın ve ekran fotoğrafının kalması mümkün değildi zaten. Boncuk ve Zarife hanım. Şansını ismi resmi olarak yazılmayandan yana kullanarak Boncuk ismine tıkladı.

"Zehra hanım, ablanız hala odasından çıkmadı. Telefonu da salonda. Siz ne zaman geleceksiniz? İlaçlarını alması gerekiyor."

Aramayı cevapladığı andan beri nefes almadan konuşan kadınla Serdar gözlerini devirdi. Çok konuşan insanlardan nefret ederdi. Belki işi yüzünden gün içinde çok şey dinlemek zorunda kaldığındandı, bilmiyordu ama sevmiyordu işte.

"Merhaba. Telefonun sahibinin nesi oluyorsunuz?"

"Zehra hanımın ablasının bakıcısıyım. Siz kimsiniz?"

"Zehra hanım şu an hastanede. Küçük bir olay yaşandı. Ablasına haber verirseniz iyi olur. Burada olması gerekiyor."

"İyi mi? Durumu nasıl?"

"Şu an bilgim yok ama ciddi olabilir. Dediğim gibi ailesinden biri burada olmalı."

Kadının üzgün bir şekilde "Gelemez ki," demesiyle Serdar kaşlarını çattı. Nasıl yani? Kardeşi bu durumdayken nasıl gelemezdi? Kadının engelli olabileceği ihtimali aklına geldiğinde "Bir sorunu varsa ulaşımını sağlayabilirim," dese de cevap aynı olmuştu. Ne Boncuk hastaneye gelebilirdi ne de bakıcısı onu bırakıp gelebilirdi.

"Eğer mümkünse yanında kalabilir misiniz?"

"Elbette kalacağım. Sadece kötü bir şey olması ihtimaline karşı..."

Yapabileceklerini düşündüğü için dalgın olan kadın duraksayarak "Ben bir yolunu bulup gelmeye çalışacağım," adamı cevapladı. Ses tonundan dediğine inanmadığı belli oluyordu. "Kısa bir süreliğine lütfen."

"Gelişme olduğunda haber veririm."

"Teşekkür ederim."

Genç adam derin bir nefes alarak aramayı sonlandırdı. Başındaki ağrı dayanılmaz seviyeye ulaşmıştı. Güne başladıklarında aklındaki düşünce ailesiyle birlikte güzel vakit geçirmekti. Sonuç ise hastaneydi. Bu yüzden dışarı çıkmayı sevmiyordu işte. Evet, belki evdekilere haksızlıktı ama eğlenmek istedikleri anda başlarına neler geldiği de ortadaydı. Ya o kadın parkta olmasaydı? Ya Akşının sadece eve gitmek istemediği için ağladığını, bağırdığını düşünseydi? Ya yeğenini kaybetselerdi? Bu soruların cevaplarını düşünmek bile işkenceden farksızdı. Eğer isminin Zehra olduğunu öğrendiği kadın bugün yeğenini fark etmemiş olsaydı ölen Serdar olurdu. Fiziksel olarak olmasa da...

AffetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin