Ormana girerken, başıma gelebilecek felaketler listesi hazırlamıştım kafamda. Baya uzun bir liste olmuştu. Her biri, diğerini aratır cinsten kötüydü. Korksam da, vazgeçmemiştim. Hiçbiri Jimin'sizlikten kötü değildi, benim için.Ama itiraf edeyim; kendimi şu durum içerisinde bulacağımı, hiç hayal edememiştim. Hayatımın sonunun timsahın midesinde bitmesine izin vermemiş ve beni kurtarmış olan kahramanım; ağacın üzerinde, açlıktan ve susuzluktan ölüme terk etmişti beni.
Nehrin hemen önündeki, gökyüzüne kadar uzanan ağacın, büyük dalına parmak uçlarımda basıyor; gövdesine sıkı sıkıya tutunuyordum hala. Arkasından bakarken, gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. Ne yapmıştım da, terk etmişti beni? Özür de dilemiştim ki!
"Tamam git be!" diye bağırdım. Bağırmamla hafif sarsılmış, gövdeye tırnaklarımı geçirerek daha sıkı sarınmıştım. "Sanki sana ihtiyacım var! Tek başıma, aslanlar gibi ölürüm ben burada, he hey!"
Cevap yoktu. Tek duyduğum rüzgar, su ve hayvan sesleriydi. Gitmişti, baya baya. Yanağımı gövdeye sürtüp, kirpiklerimi kırpıştırdım. Ağlamamak için kafamı havaya kaldırmış, gözlerimi açık tutmuştum birkaç saniye.
"Aptal çocuk." dedim mırıldanarak. "Geri gelme sakın!"
Geri gelmesin de, ben buradan nasıl inecektim? Çenemi koluma yaslayıp, hafifçe eğildim ve aşağıya baktım. Metrelerce yukarıdaydım. Buradan atlarsam, ölürdüm; daha da kötüsü sakat kalırdım. Hatta daha da kötüsü; bir mucize olur da sapasağlam inersem, aşağıda beni bekleyen timsaha yem olurdum. Evet, katil timsah sudan çıkmış, ağacın dibinde durmuş beni bekliyordu.
Gövdeyi sarılı durmaktan, kollarım ve ellerim acımaya başlamıştı. Yanağımı da sürttüğümden tahriş olduğuna emindim. Bari diğer tarafa, güzel gideyim diyerek; yanağımı çektim geriye. Sonra yavaşça kollarımı ayırdım. Üzerinde bulunduğum dal, o kadar büyüktü ki; ayaklarım birbirine dolansa dahi, aşağıya düşmezdim. Biraz daha güvende hissetmiştim.
Rahatça arkamı dönüp, sırtımı gövdeye yasladım. Timsahta hareketlenmiş, kafasını ağaca doğru sürtmüştü. "Üzgünüm ama hiç sana yem olasım yok, timsah kardeş." dedim, elimi sallayıp. "Git kendine başka bir yemek bul. Hem bak, ben inceciğim. Yediğine değmez yani." İkna olmamıştı ama. Gidecek gibi de değildi.
Yavaşça aşağıya kayıp, dalın üzerine oturdum. Yasladığım gövdesi sırtımı acıtıyordu şimdi de, keşke tişörtümü çıkarmasaydım. Ama bütün eşyalarım, çapraz ağacın dibinde kalmıştı. Oflayarak, gözlerimi ovuşturdum. Hiç böyle bir son beklemiyordum.
Bir süre kendime acıyarak geçirdim. Sonra yan tarafımdaki dallarda gördüğüm kırmızı meyveler, gözüme çarptı. Bacaklarımı, oturduğum dalın iki yanından aşağıya sarkıttım. Yavaşça uzanıp, ince dalı yakaladım ve kendime doğru çektim. Avucuma doldurduğum meyveleri, daha önce hiç görmemiştim.
"Bak aç kalmayacağım, ölmeyeceğim." dedim, aşağıdaki timsaha sırıtıp. Korkunç gözleri vardı bunun ya. Benden gözlerini hiç çekmiyordu. Meyveyi ona doğru sallayıp; "Sen de mi istiyorsun?" diye sordum. "Bak şimdi, ben sana bunları vereyim, sen de beni yeme. Olur mu?" Sanki cevap verebilecekmiş gibi bekledim. Sonra da, kıkırdayıp; "Tamam anlaştık." diyerek kafamı salladım. Evet, delirdim ben de farkındayım.
Avucumdan birkaç tane alıp, aşağıya doğru attım. Bir tanesi kafasına gelmiş, ama diğeri tam hedefi bulmuş ve yukarı doğru açtığı ağzından içeri girmişti. "Tut öyle ağzını!" diye bağırdım. Aralık ağzına art arda meyveleri atıp, avcumu silkeledim. "Aferin, cici timsah."
Orman prensine ihtiyacım yoktu, kendi başımın çaresine bakabiliyordum işte.
Ağzındaki meyveleri yerken, ben de diğer dala uzandım. Bir avucumu dolduracak kadar topladığımda, duruşumu düzelttim. Ne yaptığını merak ederek, aşağıya baktım. Hala yavaş yavaş ağzını oynatıyor, sinsi bakışlarını da bana gönderiyordu. Bana teşekkür etmeliydi, onu beslediğim için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my dangerous path choice | taekook
FanfictionTaehyung, üvey kardeşi Jimin'i bulmak için tehlikeli ormana daldı. Ve orada dünyanın en temiz ve aynı zamanda en tehlikeli varlığıyla tanıştı. 12/08/2021