"Zühre?" Adımın seslenişini duyunca kafam otomatikman açık kapıya doğru dönmüştü. İçime sıkışan şeyin korku olduğundan emindim. Şu anda tüm hücrelerime de yayılıyordu ayrıca. Kendi vücudumun her zerresinde hissettiğim korkuyu şu an karşımda dikilen Gülnare'nin ela gözlerinde de görebiliyordum. Bir dakika... Yine ağlıyordu...

"Telefonun falan yok mu senin biri polisi arasın!" Çünkü benim telefonum yanımda yoktu. Arabaya binmeden alan abim muhtemelen telefonumun başına bir şey getirmişti. Yoksa ben durmaz şimdiye arardım polisi. Ses tonum kendi kontrol edemediğim bir yükseklikte çıkarken yanıma korkuyla gelen Gülnare'ye çevirmiştim bakışlarımı. Madem bu kadar korkuyordun ne diye kaçtın be kızım...

"Yok maalesef..." Abim gelmeden aşiret maşiret bir şey demişti. Ve onun anlattığına göre köklü bir ailesi vardı Gülnare'nin. Madem bu kadar köklü bir ailesi vardı da bir telefonu mu yoktu yani? Al işte yolum yine çıkmıştı pintiliğe. Bunların hepsi zengin anam, para vermiyorlar sanırım böyle şeylere...

"Yahu evin önünde silahlar patlıyor, masalar sandalyeler havada uçuşuyor, kim bilir kaç kişi yaralandı aşağıda! Ama niye halen polis gelmiyor buraya! Kimsenin aklına da mı gelmiyor! Ne biçim bir yer BURASI!" Ben bağıra bağıra konuşurken aşağıdan duyduğum bir silah sesi çığlık atıp tekrar yere çökmeme neden olurken Gülnare'nin de aynı benim yaptığım gibi çöktüğünü görmüştüm.

"Kimse karışamaz onlara..." Ağlayarak konuşan kıza kafamı hafifçe kaldırıp bakarken sinirle yummuştum gözlerimi. Kafam halen ellerimin arasındaydı ama.

"Ne demek karışamaz ya! Ali kıran baş kesen misiniz siz!" Hey Allah'ım nasıl bir yere düşmüştüm ben böyle? Hadi yıllar sonra babamın memleketine, evine ayak basmıştım da silahlarla karşılanmayı da beklemiyordum.

"Var ya başıma bunca şeyi açtınız ya alacağınız olsun sizin de! Ulan madem kaçtınız sonunuzu niye düşünmediniz!" Aşağıdan bir el daha silah sesi duyulmuş, bağırışlar biraz daha yükselmişti. Bense kafamı daha da sıkı sarıp iyice kapanmıştım yere.

"Alacağınız olsun Gülnare! Hem senin hem abimin hem de herkesin! Bana ne be sizden! Ölen ölsün kalan kalsın! Ben canımı sokakta bulmadım tamam mı!" Cidden şu an bunların hiçbir umrumda değildi. Tek düşündüğüm başıma bir şey gelmemesiydi.

"Ama Zühre... Biz... berdel..." Dizlerimin üzerinde doğrulurken ateş fışkıran mavi irislerimi kısarak Gülnare'ye dikmiştim. Eğer şu an dışarıda bir savaş olmamış olsaydı muhtemelen onun o kıvırcık saçlarını ellerime dolardım. Evet evet yapardım bunu.

"BANA NE! Bana mı güvendiniz kaçarken!" Güvenmişlerdi muhtemelen. Şu berdel dedikleri saçma şey de değiş tokuş yapmak gibi bir şey olmalıydı. Gülnare abimle evlenecekti, ben de onun abisiyle. Bildiğin değiş tokuştu işte bu. Bizim kızı almanız için siz de bir kız verin diyorlardı açık açık. Benim anladığım buydu. Ama anlamadığım bu çağ dışı şeyin halen uygulanıyor olmasıydı. Kırmızı görmüş boğa misali burnumdan solurken dizlerimin üzerinde emekleye emekleye kapıya ulaşmaya çalışıyordum bir yandan.

"Ama Zühre... Ben..." Gözlerimden fışkıran alevleri görmesiyle açtığı ağzını yummak zorunda kalmıştı. Maalesef... Ama BANA NEYDİ. Ve bugün o kadar çok adımı zikretmişti ki iyice sinir olmuştum. Ama gözlerindeki çaresizlik... Ve saatlerdir dinmeyen göz yaşları... Ona baktıkça içimde bir yerlerin titremesine izin vermeyecektim. Ne yani onun gözlerinde gördüğüm çaresizlik için 'Ya üzülme, kıyamam sana...' mı diyecektim. Daha neler Zühre...

Dizlerimin üzerinde kapıya ulaşıp etrafıma bakındıktan sonra kendimi uzun ince koridora atıp geldiğim merdivenlere doğru koşar adım ilerlemeye başlamıştım. Nereye gittiğimi bilmiyordum elbette bu yabancısı olduğum konakta ama bildiğim en iyi şeyi yapıyordum. Kaçmak...

SERÇE KUŞU (DEVAM EDİYOR)Where stories live. Discover now