öpüşmediğimiz tek saçak altı
hiç bir otobüs durağı kalmasın
Biz yürüyelim kent güzelleşsin
gürültüsüz sözcükler bulalım
yeni sevinçlere benzeyenBiz gelince bir yağmur başlar
yüzün çizilir buğulanan camlara
bir uzun karartma biter
akasyalar köpürür birdenbire
ve her avluda adınla anılan
çiçekler sulanır akşamüstleriAhmet telli, Anısı biz olalım bu sokakların.
Soğuktu, hatta buz kelimesinin vücut bulmuş halini, eski evimin balkonunda otururken yaşıyordum. Tenim ve zihnim alev alev yanarken, parmaklarım soğuktan morarmış, dişlerim titreyerek birbiriyle savaşıyordu. Üşüyordum, ya da belki sadece yaşarken ölüyordum.
Gecenin en koyu saatlerinde şiddetli bir kabustan kalktığımda yorgunluk öyle bir baskındı ki bedenimde, bayılacak kadar kötü hissediyordum. Şiddetli baş ağrısı, sızlayan kemiklerim ve o zehirli geçmişim hala bedenime eziyet ediyordu. Kurtulamıyordum, zihnim güzel olan her şeyi unuturken canımı yakan şeyleri hatırlıyorken, dayanamıyordum.
Geçmişe dönüp ordaki beni kurtarmak, beynindeki o cismi tutup koparmak ve sonsuza kadar onsuz yaşamak istiyordum ama bitmişti. Geçmişe dönemezdim, bu benim en büyük kaybımdı. Kurumuş ağzımı birbirine defalarca bastırdım ve yavaş yavaş ıslanmasına neden oldukta sonra balkonun demirlerine tutunup, kafamı zifiri geceye kaldırdım.
Gökyüzü silik yıldızlarla doluydu. Kurumuş, çatlak dudaklarımı yaladığımda vaktin sabaha doğru ilerlediğini anlamıştım. Mahalle sessiz, sokak lambası belli belirsiz ışık saçarken beni esir alan duygularım da bir bir yok olmuştu... İçtiğim ilaçlar midemi bulandırırken, aslında onlardan ziyade yüzleşmenin; beni kurtaracağını biliyordum ama yapamazdım.
O anlarla yüzleşmek... Felaketti! Daha fazla soğuğa dayanamayacağımı, sürekli esnediğim vakit anlamıştım. Tek, yalnız, kimsesiz biriyken hasta olmak benim için bir lüks değildi. Yavaşça içeri doğru ilerlediğimde, odanın sıcak oluşu, oldukça iyi gelmişti. Bu evi seviyordum, her şeyime şahit olmuş bu evin; doktorla mutlu hallerime de şahit olmasını istiyordum.
Üşümüş bedenimi sobanın karşısındaki yatağıma bıraktığımda, hala hafif hafif yanıyor oluşu daha çabuk ısınmama neden oluyordu. Gözlerimi etrafa çevirdiğimde ve kalın yorganımı üzerime attığımda sanki tüm kemiklerimin çatırdadığını hissetmiştim. Cidden bitmiş bir ruhum vardı ama hala inatla güzel hislerin peşini kovalıyordum.
Bunları düşünürken, zihnime doktor'un onun için bir şeyler dikmemi isteme arzusu düşmüştü... Ona dokunacak, sıcak bedenini hissedecek ve kokusunu soluyabilecektim. Manolya kokusunu hemen evimin yanındaki çiçekçi dükkanı sayesinde biliyordum. Balkonuma çiçekler almak için her uğradığımda, ordaki çiçekleri tek tek koklar, okşanmamış, sevgiye muhtaç yapraklarını tek tek severdim.
Çünkü sevilmek güzeldi, sevilmek özel bir duyguydu. Hak eden herkes, bu dünya üzerinde sevilmelidir diye düşünen biriydim. Gözümde sevilmeye, korunmaya, en tarifsiz duyguları hissetmeyi hak eden tek bir kişi vardı. Onun bu dünyadaki her şeyi en güzel şekilde hak ettiğine inanıyordum. Doktor; kurtarıcım, mucizevi varlığım...
O, yıllardır hatta oldukça eskiden beri gelen yalnızlığıma ortak olmuştu. O geldiğinde bahar geldi sanki bu zemheri yaşamıma. Aniden girdi, birden sızdı yüreğime, kuşlarımın yuvasını bozdu, özgür olmalarını fısıldadı sanki kulağıma. Duymamak için çok direndim, tıkadım kulaklarımı, çığlığımla örttüm güzel sesinin üzerini; nazikçe, canını yakmadan yaptım bunu, kıyamadım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya ✓
Fanfiction"Ölü bir manolya." Yıl, 1950 Genç bir terzi, Görme engelli bir müşteri.