Bir şey söylemiyordu. Arkasına yaslanmış, bir dirseğini masaya yaslamış, yumruk yaptığı eline de yanağını yaslamıştı. Öylece izliyordu beni. Bu yüzden devam etmiştim. Hem biraz da iyi gelmişti içimi dökmek.

"Yirmi yaşında apar topar evlendin, düğününe bile gelemedim. Babamla iki yıl boyunca aran bozuldu, hayatında neredeyse hiçbir yerim kalmamasına ve deli gibi üzülmeme rağmen sana elimden gelen en iyi şekilde yardım ettim. Henüz on beş yaşındaydım ama babamla aranızdaki o gergin havayı dağıtabilmek için elimden geleni gerçekten yaptım."

"Biliyorum" demişti sessizce. Bakışları benim üzerimde değildi. Kötü hissetmiştim ama başlamışken içimde tutmak istemiyordum. Belki hafiflerdim.

"Apar topar evlendiğin gibi okulu da bırakıp işe girdin. Sen bütün gün işte olurdun ben de bütün gün babamı ikna etmeye çalışırdım. Zorlandığını söylerdim hep. Geceleri ne kadar az uyuyabildiğini falan söyleyip üzülsün, seni affetsin diye planlardım. Siz barışana kadar da aynı şeyi yaptım. Bıkmadan usanmadan her gün aynı şeyleri yaptım"

"Biliyorum bebeğim-"

Hayır. Bebeğim denemeliydi.

"İki yıl sonra tam barıştınız dedim, hayatımız galiba düzene girecek dedim ve fazla değil, en fazla bir yıl sonra sen yine bir gün geldin ve dedin ki; beni uzun zamandır Amerika'daki binaya yollamak istiyorlardı, rütbemi de yükseltmeyi teklif ettiklerinde reddedemedim" Dudaklarım kıvrılmıştı yine. O günleri hatırlamıştım çünkü. Ne kadar da büyük yıkılmıştım öyle? "Zaten üç yıldır bizim evde değildin, kendi eşinleydin ama en azından Kore'deydin. Dünyanın diğer bir ucuna gittiğinde asıl yalnızlığı tatmış oldum. Çünkü her ne kadar sana kırılsam ve üzülsem de buradaydın ve az da olsa seni görebiliyordum. Özellikle yeni ailenle birlikte bize gidip gelmeye başladığın o bir sene içinde yine umutlanmıştım. Belki eskisi gibi yakın oluruz diye umutlanmıştım. Bize o haberi verdiğinde ise senin hiç aklında bile olmadığımı fark etmiştim ve gerçekten hayatımda o günkü kadar kötü hissettiğim bir gün olmadı, olmayacak da"

Gözlerim dolmuştu. Hatırlamak bile yetmişti çünkü. Gerçekten abartmıyordum. Abim o zamanlarda benim dünyamdı çünkü.

"Amerika'ya gidip düzenini kurduğunda çocuğunla ve eşinle daha fazla ilgilenecek vaktin olduğunu öğrendim ve senin adına sevindim ama biliyor musun? Boş zamanın olduğu için beni arayabiliyor oluşuna sevinmedim, zaten cevaplamadım da. Aramalarına cevap vermemk debenim için bir yerden sonra hiç zor olmamaya başladı zaten" demiştim tüm dürüstlüğümle. "Arkadaşlarım ve babam sayesinde değil, kendi kendime toparlanmıştım çünkü. Kendim kalkmıştım ayağa ve bu yüzden de bir daha beni kırmanı da istemedim. Sonrasında da alıştım ben de. Hayatıma devam etmem gerektiğini biliyordum çünkü. Sen her zaman kalbimde bir yerdeydin kırıklarınla birlikte ama ben de önüme bakmak zorundaydım. Baktım da. Sensiz de yapabildim. Ayaklarımın üzerinde durabildim. Çünkü neden duramayacaktım ki? Evet, bir zamanlar hayatımın anlamı sendin. Evet, seni herkesten çok seviyordum ama birden yok oldun. Yanımda değildin. Tek kaldım. Yalnız kaldım. Boşta kaldım. Ne yapacağımı bilemedim. Sudan çıkmış balık gibiydim bir dönem ama sen farkında bile değildin"

Yeni ve apar topar kurduğu ailesiyle ilgilenmek zorundaydı o dönemde. Evet, o da haklıydı kendince belki ama ben de çocuktum işte. Abisine delicesine hayran olan, onu deli gibi seven bir çocuktum sadece. Bu yüzden çok fazlaydı olanlar benim için.

Şimdi bile kalbimi acıtacak kadar çoktu. Abimi affetmek istemememe neden olacak kadar çok.

"Özür dilerim" demişti sessizce. Bakışları yüzümdeydi. Ağlamamak adına kasıyordum kendimi. "Seninle ilgilenecek vaktim yoktu ama aklımdaydın Jungkook. Amerika'ya gittiğimde seni daha çok aramaya başlamamın nedeni artık vaktimin olmasıydı. Seni hiçbir zaman çıkartmadım hayatımdan. Sadece bazı dönemlerde birden kurduğum yeni ailemle ilgilenmek zorundaydım. Kendime ayıracak vaktim bile yoktu"

Equestrian: taekookМесто, где живут истории. Откройте их для себя