♧18♧

173 22 16
                                    

Hikayede açın dediğim yerde multimediadaki müziği açın lütfen. Müzik etkiyi daha çok arttırıyor. Bana bakın sıkmayın canımı lan. Üç boyutlu filmi gözlüksüz izlermiş gibi oluyor öyle. Dinleyin diyorsam dinleyin işte ya. Tövbe tövbe >:(

884 Kelime. İyi okumalar... :*

 Yüzüme vuran sıcak nefesi çilekli lolipop gibi kokuyordu. Dolgun pembe dudakları beni hipnoz ediyorlardı. Gözlerimi oradan ayırmaya korkuyordum. Çünkü bildiğim bir şey varsa o da bana bu kadar yakınken gözlerine baktığım anda her şeyin daha da kötüye gideceğiydi. 

 Zaman yavaşlamış gibiydi. Bana kalsa dursa daha iyiydi. Ona yakın olmak beni sarhoş ediyordu. Ama bir yandan da mükemmel hissettiriyordu. Tek istediğim tadına bakmaktı. Fazla değil, dudaklarına konduracağım tek bir öpücük bile yeterdi. Ben patavatsız ve gevşek adamın tekiydim. Önümde dikilen güzelliğin dudaklarına yapışıp öpebilir, eğer beğenmezse de onu odamdan kovabilirdim. Bundan hiç utanmazdım da. Sonuçta yüzsüzlükte bilinen özelliklerimden birisiydi. Önemsemezdim. En kötü ihtimalle bir daha benimle hiç konuşmazdı. Yüzüme bile bakmazdı.

 Gözlerimin önüne gelen görüntüyle ondan iki üç santim mesafedeyken kendimi durdurdum. Onu öptüğümde yüzünün alacağı tiksinti dolu ifade ve benimle ilişkiyi kesmesi... Kendimi hızla geri çekip yorganı üzerimden attım ve ona bu kadar yakın olmaktan baya kötü etkilenmiş, çoktan sertleşmiş organımı görmemesi için koşarak odadan dışarı fırladım.

.

(Müziki buradan sonra başlatın please)

 Nereye gittiğime bakmadan kapısı açık gördüğüm ilk odaya dalıp kapıyı arkamdan kilitledim. Gerçekliğin hiç beklemediğim bir anda, tıpkı bir yumruk gibi acımasızca yüzüme çarpması yön duygumu altüst etmişti. Gözlerim kuruydu. Sırtımı kapıya dayayıp soluklanmaya çalıştım. Kafam bu kadar doluyken ağlayıp içimi boşaltamamak bebek gibi ağlamaktan çok daha kötü bir senaryoydu benim için. Peşimde koşmaya hevesli onca sürtük tek bir telefonumu beklerken ben kalkıp hiç şansımın olmadığı bir adama kendimi kaptırmıştım. Hatta belki a-

 Aniden içime dolan hırsla en yakınımdaki nesne olan gardıroba yürüyüp yumruğumu kapağına geçirdim. Sert yüzeyle buluşan eklemlerimde hissettiğim keskin acı kafamı yiyip bitiren düşünceleri biraz dağıtmıştı. Yumruğumu geri çekip tekrar indirecekken zaten eski olan kapak darbenin etkisiyle baş santim kadar açılıvermişti. Bu beni daha fazla hırslandırmıştı. Kapağı tutup tüm gücümle yerine geri çarptım. Ancak bu, yerine çarpan kapağın bu sefer geri sekip sonuna kadar açılmasına sebep olmuştu. Başımı iki yana sallayıp gözlerimi kapadım ve başımı aşağı eğip soluklanmaya çalıştım. Hırsımı rahmetli dedemin aile yadigarlarından çıkarmak kötü bir fikir gibi görünmüştü gözüme birden.

 Birkaç soluklanmanın ardından gözlerimi geri açtım. Yarın ilk iş buradan gitmek olacaktı. Henry ve Sally'yi mutlu bir şekilde birbirlerini yerken görmeyi ne midem ne de sinirlerim daha fazla kaldırabilirdi. Bir iki kişiyle yatsam unuturdum her halde.

 Fikir güzeldi aslında. Alkolün ve seksin çözemediği problem yoktu sonuçta değil mi? Hayır yoktu!

 Yüzüme biraz önce ürettiğim hipotezime kendimi inandırmak amacıyla kondurduğum gülümsememle elimi dolap kapağının koluna attım. Yavaş davranıyordum. Acelem yoktu. Bu yüzdendir ki biraz öne eğilip tutuğum kapağı belki hızlı kapatsam gözümden kaçacak olan bir detayı fark ettiğimde kendimi durdurdum. 

 Gördüğümün ne olduğundan pek emin değildim. Biraz daha yakınlaşıp, koyu renkli ahşap kapağın içte kalan yüzeyini kaplayan ince beyaz çizgileri incelemeye başladım. Rastgele çizilmiş çizgiler dolap kapağının alt yarısı boyunca uzanıyorlardı. Biraz daha eğilip gözlerimi kısarak önümdeki manzarayı izledim. Uzaktan bakıldığında çizilmiş gibi görünen beyaz çizgilerin aslında ahşabın üzerine kazındıklarını fark ettiğimde hafif hızlanan nefes alış verişlerim eşliğinde diğer kapağı da açıp göz attım. Sonuç aynıydı. Gözlerimi bu sefer dolabın içine çevirdim. Aniden tuhaf bir rahatsızlık hissiyle kollarımdaki tüylerim diken diken olmuşlardı. İçimdeki ses tüm kuvvetiyle odadan çıkmamı haykırdığı halde durmayıp, dolapta asılı uzun paltoları tutup yavaşça kenara çekelemeye başladım. Kalp atışlarım eşyaları araladığım bölgenin arkasındaki karanlığın milim milim her genişlemesinde daha da hızlanıyorlardı. Dün gece gördüğüm 'şey' tekrar gözlerimin önündeydi şimdi. Gri, ince ve bir insanınkine göre normalden uzun olan kolları, kemikli parmaklarından uzanan simsiyah keskin tırnakları... Başımı iki yana sallayıp görüntüyü def etmeye çalıştım. Bu sırada kıyafetleri tamamen kenara çekelemiş, ve dolabın arkasını oluşturan bölmeyi gün yüzüne çıkarmıştım. Saçma sapan endişelerimin aksine alan bomboştu. Korkacak hiç bir şey yoktu.

 Rahat bir nefes alıp, rutubet kokulu dolabın içine geri verdim. Biraz önceki çocuksu korkum şimdi baya gülünç geliyordu. Başımı iki yana sallayıp kendi kendime saydırdım. Bu ev akıl sağlığım için hiçte iyi bir yer değildi doğrusu. Burada bir ay kalsam her halde kafayı yerdim.  

 Dağılan kafam bakışlarım dolabın kapağındaki çiziklere düştüğünde yeniden o tek noktaya odaklanmıştı. Aniden aklıma gelen fikirle telefonumu cebimden çıkarım yerlerine geri düşmüş kıyafetleri yeniden ayırarak arka taraftaki ve direkt ışık almadığından karanlıkta kalan tahtaya açtığım flaşı tuttum. Çizikler... Hayır. Düzensiz çiziklerin aralarına kazılı birkaç kelime gözüme çarptığında tüm manzarayı görebilmek için kıyafetleri sonuna kadar çekeledim. "meus es tu" Devamı başka bir kelime devralıyordu. "mea sunt omnia"... yazılar en altta, diğerlerine oranla oldukça büyük harflerle kazınmış son bir kelime grubuyla bitiyordu. "Ego enim esuriit"

 Soğuk bir ter damlası saç bitimimden başlayıp sırtımdan aşağıya doğru akmaya başlamıştı. Nedensiz bir şekilde yavaş ve ses çıkarmayacağından emin olduğum hareketlerle elimdeki feneri dolabın kapaklarına çevirdim. Dikkat ettiğimde aslında dolabın kapaklarına yazılı harfleri de çıkarabilir olmuştum. "ex..." Kelime grupları bir kapaktan başlayıp diğer kapağın sonuna kadar gittiklerinden ve şu anda iki kapak birbirinden ayrılmış olduğundan fenerimi diğer kapağa çevirdim. Ancak bilmediğim bir dilde yazılı bu cümleleri böyle çözümlemeye çalışmak imkansızdı. Zira bazı harfler bile bir kapak ile diğer kapağın tam ortasına yazılmış olduklarından kapaklar açıkken ortalarından kesilmiş görünüyorlardı. Cümleleri tam hallerinde görebilmem, dolabın içine girip kapakları kapatmadığım taktirde imkansızdı.

.

.

THE FALL (BOYxBOY) -TAMAMLANDI- (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin