Bölüm 3: "İçerideyim"

2.9K 81 47
                                    

Multi: Kütüphanede son konuşmalarını yapan polis. İyi okumalar :)

İçeriye girdim. Girdiğim anda yanan ışık birden söndü. Bu bile korkmama yetmişti. Bu oda yıkık döküktü. Eski tablolar, klasik bir saat, ahşap duvar kaplaması ve klasik bir avize. Gece görüşü ile seçebildiğim birkaç eşya vardı. İlerlemeye devam ettim. Kapıyı açtım. Sağıma soluma baktım. 2 taraf da çeşit çeşit eşyalarla kaplanmıştı. Düşünebiliyor musunuz ? İnsanlar yaratıklardan-emin değilim- saklanmak, korunmak için onlarca eşyayı taşıyıp yerleştirmişler. Sanırım benim geldiğim yönden kaçanlar olmuş. Veya yaratıklar düşündüğümden de güçlüdür. Onları çıkmaza sürüklemiş olabilirler.

Her neyse, burada tek gidebileceğim yön karşı odaydı. Kapıyı açtım, ilk bakışta sevinmiştim. Normal bir odaya benziyordu. İncelemeye başladığımda az önceki odayı buna tercih ederim diye düşündüm. Düşünmek istemeyeceğiniz kadar kötü görüntüler vardı. Odanın ortasında duvara asılmış bir TV gördüm. Dalıp gittiğim sırada televizyonun açıldığını ve yüksek sesle cızırdadığını fark etmemle kendime geldim. Az önceki odanın sanki düzgün haliydi. Çünkü aynı eşyaları burada da gördüm.

Her neyse, kapıyı açtım. Sağıma baktığımda az önceki gibi çeşitli eşyaların üstüste dizilmesiyle oluşturulmuş bir engel vardı . Soldan devam ettim. 3 kapı vardı. 2'sinin kapısı açık diğerinin kapalıydı. İlk olarak açık olanlardan başladım ve koridorun sağındaki tek odaya girdim.

Lavabo, havalandırma, gazlı içecek depoları ve lavabonun yanında bir pil vardı. Pili aldım. Geldiğim kan dolu koridordan ayak sesleri geliyordu. Kan içinde kana gidiyordum. Kan damlayan havalandırmadan bir bakayım dedim. Pili bulduğum ve havalandırmaya çıktığım odaya bir deli, insan, hasta, ne derseniz deyin ama bir canlı gelmişti.

Havalandırmadan çıkacağını sandım. Kalp atışlarım çok hızlandı. İlerledim ve havalandırmanın sonundan atladım. Dizim biraz acımıştı.

Kitapları severim, şanslıyım ki kütüphaneye gelmişim. Kapıyı açtığımda bir ceset gördüm. Ya da gördüğümü sandım. Veya bu bir rüyaydı. Kendime birkaç kez vurdum. Rüya olsaydı keşke.

Tüm cesaretimi topladım. Şu anda kütüphaneden ve kitaplardan soğumuştum. Sanırım düşündüğüm kadar şanslı değilmişim. Labirent gibi dizilmiş olan kütüphanede ilerledim. Karşıma kendini tavana asmış ya da birileri tarafından asılmış bir ceset daha vardı. Korkmadım ve ilerledim. Bu sefer karşımda bir polis vardı. Ölmek üzereydi. Bana buradan çıkmam gerektiğini söyledi ve -sağolsun- tek yapabileceğim şeyin saklanmak olduğunu söyledi. Ardından öldü. Buraları biraz daha gezdim. Eğer buradan kurtulursam, gelecekte kütüphaneler hakkında olumlu düşünebilmek için gezmeye son verdim. Her yerde ceset ve kan vardı. Adamın söyledikleri ile beraber korkum tavan yaptı diyebilirim. Buraya savaşmaya gelmedim-aslında tek istediğim şöhret-, mecburen saklanacağımı artık öğrenmiş oldum. Ayrıca adam bana güvenlik kontrollerinden kapıları açıp bu ''lanet olası'' yerden çıkabileceğimi söyledi.

Bir şey demeden yoluma devam ettim. Adamın öldüğü yerin tam karşısında bir kapı daha vardı. Aslında kapılar şu ana kadar pek iyi değildi ama mecburdum. Kapıyı sessizce açtım. Sağ koridordan geçen bir yaratık vardı. Hemen kütüphaneye döndüm. Kapıyı sessizce kapatmıştım ve sanırım yaratık bunu duymamıştı bile.

Her neyse, cesaretimi toplayıp kapıyı bir daha açtım. Temiz gibi görünüyordu- kanları saymazsak ama şu anda kanlar bile bana normal geliyor-.

Aşağıya baktım. Ana kapı oradaydı ama kilitliydi. Buradan çıkmanın kolay olması için dua ediyordum. Yaratığın geçtiği koridora doğru gittim. 3 tablo vardı. Bu tablolar sanırım doktorların veya profesörlerin tabloları. Ancak hiçbirini tanıyamadım. Her yer yıkıktı. Ses çıkarmamak için parmak uçlarımla yürüyordum. Karşımda geçecek bir dolap arası vardı. Sanırım buraya sığabilirim. Dolap arasına girer girmez karşımda kocaman bir yaratık gördüm.
''Küçük domuzcuk.'' dedi ve beni aşağıya fırlattı.

Uyandığımda bir çeşit dini müzik duydum. Bana doğru el feneri tutan 60 yaş civarı bir adam vardı. Kıyafetlerine bakılacak olursa bir din adamıydı. ''Peki sen kimsin?'' diye sordu. Gözlerimi kapattım. Tekrar uyandığımda yine aynı adam karşımdaydı. Nasıl hayatta kalabilmişti? Şaşırdım. Konuşmaya devam ediyordu.

''Ben...görüyorum. Merhametli Tanrım, bana bir havari gönderdin. Canını kurtar oğlum, sana çağrı var.'' Açıkçası bu adamdan da korktum. Gözlerimi bir daha kapattım. Tekrar uyandım. Bu sefer o adam yoktu. Ayağa kalktım. Çok şükür, kameram yanımdaydı. Çevreyi gözetledim. Karşımda bir güvenlik görevlisi vardı. Manzara iğrençti. Yaklaşamadım ama gördüğüm kadarıyla kafası kopartılmıştı. Ne çeşit bir güç bunu yapabilir diye düşündüm. Her zamanki gibi bir cevap bulamadım. Bunların bir kabus olması için dua ediyordum. Uyandığımda her şey normal olsa, alarmımı sinirli bir şekilde kapatsam, kahvaltımı edip işe gitsem. Kesinlikle alarmımı özlediğimi bile söyleyebilirim. Dualarım sanırım boşa. Bunlar kabus değil.

Bir tane daha ölü güvenlik görevlisi vardı. Ama kafası yerindeydi. Bilgisayarlara erişip yardım isteyebilirim diye düşündüm ama yaklaştığımda şifre istediğini gördüm. Birkaç tane denedim. Başarısız oldum. Bilgisayarların ortasında bir döküman buldum. Dikkatle okudum. Bir şey anlamadım. Sanki İspanyolca yazılmış gibi. Dökümanı yanıma aldım. Belki ileride anlarım-pek sanmıyorum ama- diye. Burayı inceledim ve karşıma gelen -sanırım müşteri- bir diğer ceset daha gördüm. İlerledim. Tuvalet vardı. Yine kan. Yine ceset. Ve bir pil. Açıkçası bir pil bile beni mutlu ediyordu. Neden bilmiyorum, sanki işimi garantiye alırmışım gibi bir his var içimde.

Buradan çıktım. İlerledim ve uyandığım yere geldim-ve fırlatıldığım-. Soluma baktım ve aklıma çalıştığım işyerim geldi. Birsürü bilgisayar. Hepsi açık ve şifreli. Birkaç dakika hayal alemine daldım. Sonra odayı gezindim. Her yer kan, her yer ceset. Odada bir kapı daha vardı. Açtım ve girdim. Evraklar dışında boş ve dar bir oda. Karşımda bir giriş vardı.

Sanırım burası eskiden bir kapıya sahipti, ancak kim bilir neler olmuştur burada... Kapı yan tarafımdaydı. Dar odayı gezindim ve bir döküman buldum. Okumaya başladım. ''Walrider Projesi'' diye bir başlığı vardı. Bir hasta hakkında bilgi veriyordu.

Vaka numarasının ''136'' olduğu yazıyordu. En az 136 vaka... Cidden kafayı yemek üzereydim. Hastanın baş harfleri ''C.W, 'Walker' ''. Hastanın buraya geliş tarihi 28 Ocak 2011 imiş. 32 yaşında ve erkekmiş. Gözetmen hekimin ise Dr.Rudolf Wernecke olduğu yazıyordu. Morfojenik motor, ne diyor bu diye düşündüm. 3.evre hormon programı... Bu paragrafı atladım çünkü anlayamayacağımı biliyordum. 2.paragraf da aynı şekildeydi. Görüşme notlarına geldim. ''Walker ile gözetim altında görüşüldü. Akabinde kendine zarar verdi ve yaraladı. Dev cüssesi nedeniyle daha sıkı güvenlik altına alınmalı.''

Dev cüsse mi? Beni fırlatan kişi Walker mıydı? Dökümanda Afganistan'da görev yaptığı yazıyordu. Walker zihinsel travmalara maruz kalmış. Ayrıca dökümanda kimyasal ve fiziksel sınırlamaların devam ettirilmesinin şiddetle tavsiye edildiği de yazıyordu. Dökümanı yanıma aldım ve yoluma devam ettim.

Koridordan sola doğru. Sandalyede oturan bir adam vardı. Hiç bulaşmadım. O da bana bulaşmadı. Sol kapıdan gittiğimda 3 hastanın televizyon izlediğini gördüm. Ancak televizyonda yayın yoktu. Aynı şekilde bu 3 arkadaş da bana bulaşmadı. Arkalarından dolanıp gittim. Altı açık ama üstü çivilenmiş bir kapı vardı. Sanırım bu da Walker için yapılmış olmalı. Alttan geçtim. Karşıma çıkan kapıdan girdim. Bir adam vardı. Ölü. Ve güvenlik görevlisiydi sanırım. Burası toplantı odası olmalı. Ortada kocaman bir masa. Evraklar. Ölü adamı inceledim ve bir kart vardı. İşime yarar diye yanıma aldım. Oda kanlar ve bu ceset dışında normaldi. Televizyon izleyen hastaların yanına geri döndüm.

OutlastWhere stories live. Discover now