Sonra yürümeliyiz seninle
Sokaklara caddelere çıkmalıyız
Belki bir aşktır bu kentin
Belleğini geri getirecek olanBurada yağmur yağıyor ama sen
Şemsiyeni almadan gel yine de
Özletiyor bu çılgın sağanak seni
Sırılsıklam özletiyor biliyor musun-Ahmet telli, özletiyor seni bu yağmurlar.
Sokağın tenha bir köşesinden geçerken, oluşan kasvetli ve soğuk hava beni garip bir durumun içine sokuyordu çünkü zihnimde doktorun o eşsiz gülümseyişi belirirken, şimdi bir bir siliniyordu siması. Yavaş adımlarım, çıkıntılı taşları ezerken önüme düşen saçlarım hafif yağan yağmur taneleri sayesinde alnıma yapışmıştı.
Yalan söylemekten, insanları kandırmaktan nefret ediyordum. Gerekmedikçe yalan söylemeyen ben, neden onun için dilime hakim olamamıştım? Yanan midem, hızlı ama bir o kadar yorgun olan kalbimle beraber derin ve canımı acıtan bir nefes çektim içime. Yaralı parmaklarımı birbirine sürtüp, çıkıntılarıyla oyalamak istedim karmaşık zihnimi.
Bitmiyordu, onun için kabaran yüreğimi dizginleyemiyordum. Aklımı, zihnimi öyle esir almıştı ki, lanet olsun ona karşı koyamıyordum. Bu lanetli bir histi, bu gerçekten aklımı oynatmama yetecek türden bir durumdu. Onu hayatımın merkezi yapmam delice, cahilce, toycaydı. Oldukça kirli ve eski bir hayata sahiptim.
Onun elleri bile benim dünyam için fazla güzeldi, hoştu, pirüpaktı. Soğuktan kızaran ellerimi kumaş pantolonumun içine yerleştirip, dükkanımın olduğu sokağa giriş yaptığımda yağmur oldukça hızlanmıştı ve o kapımdaydı. Bir çiçek gibi, dik durması gereken bir ağaç gibi, başının okşanmasına ihtiyaç duyan aç bir kedi gibi dükkanımın avlusuna sığınmıştı.
Doktor; ölen ruhuma dudakları arasına can suyunu fısıldayan adam, kalbimi ellerinin arasında tutup sıcacık ev gibi hissetmesine neden olan adam tam şu an, benim manolya'm kapımdaydı. Gözlerim sonsuz bir döngünün içine çekiliyormuşcasına sevinirken, ellerimi hemen arkama sakladım.
Ürkektim, onu her gördüğümde ve sesini her duyduğumda, görüntüsü benden izinsiz zihnimi her işgal ettiğinde ürkektim. Onun, gözlemlerim sonucunda munis bir kişiliğe sahip olduğunu hissediyordum. Gözleri, onlar benim için bu hayatta görmem gereken en güzel şeylerken beni bundan mahrum eden Tanrı'ma her gün isyan edecektim.
Lakin, ona dualarım da olacaktı, benim gibi birini o güzel gözleri görseydi, ya yanağımdan boynuma doğru uzanan yaramı görseydi o gözleri, yine beni sever miydi? Belki de benden olabildiğince, hızla uzaklaşırdı. Bunu istemiyordum ama nedense beni tüm kusurlarımla sevmesini de istiyordum.
Titreyen bacaklarım durulduğunda yavaşça ona doğru adımlarımı ilerlettim. Kapımın önünde öylece dururken canımdan can gidiyordu sanki. Üzerinde beyaz, bol bir gömlek vardı. Onun üzerinde, gri askılı bir tulum vardı. Siyah saçları dalga dalga, kapımın önündeki saksıdaki çiçeğe uzanmış, gözlerini kapatarak kokusunu içine çekerken tam orda durmasını, sonsuza kadar benimle kalmasını istemiştim.
Kollarımın arasında kalacak kadar narin biriydi doktor. Kendisine doğru her yaklaştığımda içimdeki ağlama isteğini durduramıyordum. Tam onun önüne geldiğimde ayak seslerimden ve varlığımdan anlamıştı. Kafasını nazlı bir kuş gibi kaldırıp, bana baktığında dizlerimin üzerine çökmek istemiştim.
Dudakları hafif bir şekilde kıvrıldığında, kurumuş bir manolya yaprağı bırakmak istedim dudakları üzerine. Bana verdiği kurumuş manolya aklıma geldiğinde, ceketimin iç cebinde sakladığım için hemen elime alıp, kurumuş bir yaprağını koparttım. Yavaşça üzerine doğru eğilip, dudağının tam üzerine o yaprağı bıraktım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya ✓
Fanfiction"Ölü bir manolya." Yıl, 1950 Genç bir terzi, Görme engelli bir müşteri.