Eric Christian - Le Mal Du Pays
Herhangi bir günden tek farkı bir öncekinden daha yaşlı, bir sonrakinden ise daha genç olmam olan bir vakitte, hayat hakkında kafa patlatmaya başladım. Bunu yaparken yollarımız yeni baştan zaman olgusuyla çakıştı ve bu kesişmenin sonucunda da on üç yaşımdan bu yana en iyi yaptığım şeyi yapıp, Taehyung'u düşündüm.
Bir döngünün, pekâlâ da kuvvetli, ansızın beliriveren girdaplardan en ufak bir farkı dahi bulunmayan ve dibi öteki tarafı gören bir döngünün içindeydik. Sanki birisi bizi kocaman kara bir kazana atmıştı ve içindeki tahta kaşığı da var gücüyle çeviriyordu. Karıştırılıyorduk, hem mecaz hem değil. Karışma mevzusu zamanın akışına ayak uydurmak ve ayak uyduran başka kimselerle iç içe geçmeyi niteliyordu. Yani karıştırılırken karışıyorduk da. En dibe indiğimizde şeklimiz şemalimiz değişmiş, başkalarıyla tamamlandığımız halimiz ise aynanın karşısında gördüğümüz son suret oluyordu.
İşte Taehyung'u düşünmeye başladığım kısım burasıydı.
O devasa kazanın neresinde olduğumu bilmesem de, tıpkı diğerleri gibi kendimin de o akıntının içinde bulunduğunu ve tahta kaşığı tutan elin de mola vermek ya da tatile çıkmak gibi isteklerinin olmadığını biliyordum. Her geçen gün dibe biraz daha yaklaştığımın idrakindeydim. Oraya ulaştığımda yolun başındakinden farklı biri olacak, Taehyung'un izlerini var olduğum tüm yılların her bir köşesinde taşıyacaktım. Kendime son kez baktığımda onu da görecektim, kendime değil, bize bakacaktım.
Bunları biliyordum bilmesine ancak yine de bu farkındalığa rağmen bile günün birinde o izleri hiç sergilemek zorunda kalmayacakmış gibi bir ölümsüzlükle hayata yetişmeye çalışıyordum. Taehyung da benim gibiydi. O da bir şekilde hayatı yakalamaya çalışıyor, yetişmek, ulaşabilmek istiyordu; lâkin her nasıl oluyorsa oluyor ve onun için zaman, bu istekle ters orantılı bir hızla akıyordu. Herhalde öyle oluyordu yani.
Saçlarımı pembeye boyadığımız günün ertesi sabahı o gece kendi evimde uyumadığım için beni arayıp "Sen neredesin?" diye sormuştu bağırarak. "Neden evde değilsin, neredesin, nerede kaldın?"
Bunları sorarken sesi titriyordu, ki bu bağırmalar da sakın ola kızgınlık sebebiyle çıktı sanılmasın. Endişe ve panik içindeydi.
"Akşam geçeceğim eve," demiştim gözlerimi ovalayarak. "Sen zaten kapının şifresini biliyorsun."
"Neredesin?" diye sormuştu tekrar.
"Anlatacağım," diyerek gülmüş, güya şehvetli bir gecenin sabahına uyanmışçasına keyifli ve pervasız cümleler kurmaya devam etmiştim. Gözümü bile kırpmadan izlediğim Amerikan dizi filmlerinin ertesi gün sahnelerinden edindiğim tecrübeyle gerindikçe gerinmiş, herhalde böyle yapılıyordur, tereddütüne bile düşmemiştim."Jeongguk," demişti korkarak. "Biriyle mi tanıştın, biri mi var?"
"Bilmem ki," demiştim çapkın bir kahkahayla. "Ona sormak lazım önce."
"Biri var," derken benimle değil de kendiyle konuşuyor gibiydi.
"Bunları daha sonra konuşuruz kapatıyorum şimdi," deyip telefonu yüzüne kapatmıştım.Arama sonlandıktan hemen sonraysa bağırmamak için kendimi sıkmış ve var gücümle ağlamaya başlamıştım. O haldeyken bile Taehyung'u bir an evvel görebilmek için eve gitmek istemiştim yalnızca.
Berbat durumdaydım, az önce söylediğim şeyleri neden söylediğimi bile bilmiyor, aptal gibi ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Halimin perişanlığı karşısında söyleme mecburiyeti hissetmiş gibi "Bugün de burada kal istersen," diyerek yanıma geldi Jimin, ardından da bomboş bakan gözleriyle "Ya da git, fark etmez, seçeneğinin olduğunu bil sadece." diye ekledi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sence Buna Gülünür Mü?
Fanfiction"Kim Taehyung," diyecektim sinir ve üzüntüyle. "Sence buna gülünür mü?" "Bence gülünür," diyecekti gülmeye devam ederek. "Sence gülünmez mi?"