Bekle beni döneceğim, bırak
Beklemekten usanmış dostlarım
Oğlum, anam, yoldaşlarım
Öldüğümü sansınlar benim
Umudu kesip bir ateşin başında
Beni yâd edip içsinler ama sen
İçme sakın yürek acısı o şaraptan
İnançla, sabırla bekle beni.-Bekle beni, Konstantin Simonov.
Sıcak bir rüzgarın tenimden geçip gittiğine şahit olduğum bir gün daha, saatler birbirini kovalarken, ki asla zaman geçmek bilmiyordu, neden burda olduğumu düşünüyordum. Şu an taşlı, toprağın kana bulanmış halinin üzerine boylu boyunca uzanırken, başımda silahlar patlarken, ben kendimden çoktan geçmiştim.
Burnuma dolan taze ve sıcak kan kokusu boğazıma sarılıp, aç mideme konarken kusmamak için kendimle savaş veriyordum. Bedenimdeki son güçle yanımda duran tüfeğimi aldım ve son gücümle etrafa ateş saçarken, tam başımın üzerinde duran asker arkadaşımın oynayan ayakkabısı bana umut olmuştu.
Elimi toprağa basıp güç aldığımda ayak bileğine sıkıca tutundum ve kayalığın arkasına çekiştirmeye başladım. "Dayan," sesim resmen silahların arasına karışıyor, beni delirtmek için bir oyunun içine çekiyor gibiydi. Sanki tüm gücümle bağırsam asla beni kimse duymayacak gibiydi.
Gerçi, düşününce buraya bir asker olarak gelmeseydim ve silahlar, bombalar patlıyor olmasaydı burda yine birileri benim sesimi duyar mıydı?
Sanmıyorum, burda nefes alan tek şey biz ve düşmanlardı. Boynumdaki ince bez parçasını söktüm ve yaralı askerimin omzuna sıkıca bastırdım. "Dayan, biraz daha dayan," yüzü beyazlamış, sesi soluğu kesilmiş, kara gözleriyle beni izlerken dudaklarının kenarındaki hafif gülüş ellerimin titremesine neden olmuştu.
"Bitti," ondan duyduğum tek ve son söz buydu. Bitmişti, bitmiştik, ben de onun gibi burdan sağ çıkamayacaktım. Silahların sesinin kesilmesiyle benim için geldiklerini biliyordum. Gözleri açık giden askerin yüzüne elimi yasladım ve kapattım. Son gördüğü şeyin bir katliam, vahşet, arkadaşlarının ölümü olmasını istemezdim.
Ben bunları düşünürken, kafamdaki sertlikle yutkundum. Silahın o metalimsi soğukluğu bastırıldığı yere siniyordu resmen. Rus olan düşman asker anlamadığım bir aksanla konuştuğunda kolumdan zorla tutulup, kucağımda kafası olan asker arkadaşımdan uzaklaştırılmıştım. Hepsinin cesetleri farklı yerde uzanırken sadece izledim.
Şimdi bana işkence edecekler ve bilgi almaya çalışacaklardı ama bunu onlara veremezdim. Ölmeyi isteyecektim, onca arkadaşım boşuna ölmüş olmamalıydı. İlerdeki dağın önüne getirip, dizlerimin üzerine çöktürdükten sonra benim dilimi bilen biri bana saatlerce soru sordu. Cevaplamadığım her an yediğim dayak bile beni öldürecek türdendi ama öyle olmadı.
Başıma dayanan silahla sadece sustum. Bunun artık bitmesini istiyordum. Son kez duyduğum ses, hissettiğim acı kafama sıkılan kurşundu. Yere düşüp, gözlerimin kapanmasından hemen önce gökyüzünde kanat çırpan kuşlarla beraber bitmiştim.
Derin nefesler eşliğinde yataktan kalktığımda, boğazım oldukça kurumuştu. Gördüğüm rüyanın etkisi yine midemi bulandıracak türdendi. Terler saçlarımdan yanağıma, ordan kıyafetimin üzerine düşerken ağlayamayacak kadar tükendiğimi hissediyordum. Titreyen ellerimi diz kapaklarıma bastırdım ve derin bir nefes aldım.
Sanki yine burnuma taze kan kokusu dolmuş, kulaklarımın patlamasına neden olan o sesler yine gelmişti zihnime. Tekrar kafamı yastığa koyduğumda kalbimin hızlı atması sebebiyle, sakinleşmesini bekledim. Beni rahatsız edecek kadar hızlı atıyor ve zorluyordu. Gözlerimi; kenarı tahta işlemeli olan, cama doğru çevirdim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya ✓
Fanfiction"Ölü bir manolya." Yıl, 1950 Genç bir terzi, Görme engelli bir müşteri.