Bazan da bir yerde kuşlar vardır.
Ne uçmak, ne görünmek için.
Bir karanfil pencereyi deler.
Bir kapı kendiliğinden kapanır.
İstesek sevişirdik, ama olmadı.
Biz değil, yaşayan acılardır.-İnfilak, Edip Cansever.
Kuruyan boğazım, ellerimin altındaki işlemeli ceket ve ayağımın sürekli belli aralıklarla bastığı, dikiş için olan kısımın sesi hakimdi ortama. Gözlerimi şöminenin önündeki koltukta oturan adamdan alamıyordum. Tam önünde, biraz ilerisinde buğulu cama çarpan sert yağmur tanelerine bakarken, bakarken diyorum çünkü nedense nerde neyin olduğunu çok iyi biliyor gibiydi.
Bir yandan ceketin sökülen yaka kısmını dikerken, diğer yandan onu izliyordum. Neden? Onu izlemek neden tutkumun önüne geçiyordu? Şu an dikimi yanlış yapabilirdim lakin Tanrım! Gözlerimi ondan alamıyordum. Zarif, uzun ve ince halkalı yüzüklerle dolu ellerini izlerken buldum kendimi. Sanki, eşsiz bir parçanın içinde, oyun sergileyen iki figür gibiydik.
Siyah, hafif kıvrımlı saçlarının yumuşaklığını dokunmadan bile hissedebiliyordum. Yavaşça bastonuna doğru indiğimde bir çiçek deseni, üzerine konmuş bir kuş figürünü görmüştüm. Ne çiçeğin hangi tür, ne kuşun hangi tür olduğunu asla kestiremiyordum. İşleme oldukça eski olduğundan silik bir görüntüsü vardı. Daha fazla bakmak ve onu rahatsız etmek istemiyordum.
Görmüyor olabilirdi ama insanlar izlenildiklerini, delici bakışların üzerinde olduğunu hissederdi. Ellerimin arasında olan ceketin son kısmını işlerken, bittiğinde yavaşça yerimden kalktım. İkimiz de konuşmuyor, sadece nefes seslerimizi duyuyorduk. Korkak, ürkek belki heyecanlı olan yanımla beraber adımlarımı ona doğru yönelttim. Kendi yuvamda oldukça fazlalık gibi hissediyorum.
Nefesimin nedense bana az geldiğini, hatta kursağımın etrafında şiddetle kasırga şeklinde döndüğünü, yutkunmama dahi izin vermediğini hissediyordum. Ellerimin hafiften titremesi, gözlerimin sürekli onun üzerinde olması... Tam karşısına geçtiğimde, size yemin ederim beni gördüğüne emindim. Kafasını, bir kuğu misali bana yavaşça çevirmesini izlerken şiddetle yutkundum.
"Bitirdim efendim, sizi uzun süre idare edebilir." Sesimin titremeden bunları söyleyebilmesi, şu hayatta başardığım en iyi şeylerden biri gibiydi. Dudakları yavaşça kıvrıldı. Hep gülsün istiyordum, hep gülmeli diye geçirdim içimden. İzlerken dalıp gittiğim elini kaldırdı ve uzandı. Ona yardımcı olmak adına ceketi uzattığımda eliyle kavrayıp, dizlerine koydu.
Yakalarını adı gibi bildiği yollarmışcasına hemen bulup, sökülmüş kısım üzerinde parmaklarını yavaşça gezdirdi. Okşasın istedim, sevgi görmemiş benim saçlarımı da böyle okşasın istedim. Anında boğazımda biriken yumru midemi bulandırırken, gözlerimi harlanan ateşe çevirdim. Sanki içimdeki olan biteni biliyor ve bana cevap veriyor gibiydi.
"Teşekkür ederim terzi," kafamı ona doğru çevirdiğimde kulağımda dönüp duran mesleğimin ismi, ilk defa bana böylesine güzel gelmişti. "Borcum ne kadar acaba?" Yüzünü incelerken, sorularına çok dikkat etmiyordum. Kuru dudakları üzerinde, burnunun ucundaki silik ben, şu an dikkatimi çeken en önemli unsurdu. "Borcunuz yok, yeni gelmişsiniz buralara hediyem olsun size."
Önce dudaklarını araladı, ardından bir şey demeden tekrar düz çizgi olmasına izin verdi. "Tekrar teşekkür ederim, çok incesiniz." Merak ettiğim sorulardan biri yeni geldiyse nerde oturduğu, bir daha buraya gelip gelmeyeceğiydi. "Yanınıza oturabilir miyim?" Eliyle boşluğu patpatladı. Ondan izin alıyor oluşumun onu daha rahat hissettirdiğini görebiliyordum.
Yavaşça yanına oturduğumda, bu kadar yakından görüyor olmak kalbimin atışını hızlandırdı. Direk bir çarpıntı gibi içerden tenime vururken dayanamayıp, avucumu üzerine bastırdım. "Yeni taşındım demiştiniz, nerde oturuyorsunuz?" Elini dizinin üzerine koydu ve biraz düşündü. Ben her hareketini içimdeki o heyecanlı, meraklı ve sabırsız afacan gibi izliyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya ✓
Fanfiction"Ölü bir manolya." Yıl, 1950 Genç bir terzi, Görme engelli bir müşteri.