1: Bağlanıp kaldım, bu kumdan kaleye.

380 291 389
                                    

Theodor'u geceleri pek fazla uyku tutmazdı. Kalabalıktan hazzetmediği için bazı gündüzler can sıkıntısından, bazı gündüzler ise yapacak bir işi olmadığından öğle vakti uykuya dalar ve ayakta kalabilmek adına birkaç saat uykunun kolları arasına sıvışırdı.

İkindi vakti yemeğini bir güzel yer, sonrasında dostu Luca ile kitap okuyuşuna dalardı bir müddet. Luca, Theodor'un bu hayatta en güvendiği insandı. Babası yıllar evvel onu bu kaleye sürdüğünde, arkasından dayanamayıp gönderdiği cevval bir çocuktu. Elinden her iş gelirdi, öyle ki en güzel yemekleri pişirip Theodor'u krallar gibi ağırlardı kalenin mutfağında.

"Kör olasıca şeytanı bir görürsem eğer, ben kör edeceğim diğer gözünü de!"

Yemek masasını söylenerek kurmasının izahı açıklanabilirdi Luca tarafından. O, sık sık şeytan kelimesini cümleleri içinde geçirerek işlediği günahların yarasını deşerdi. Fakat bundan büyük bir haz duymuyor değildi. En azından bu şekilde kendini daha iyi hissettiği kanısına varmıştı bir zamanlar. O vakitlerden beridir de hep bir şeyler hakkında söylenip dururdu işte.

Genç adam, yemek masasını tamam ettiği vakit, mutfak kapısından dışarı adımlamış ve kalenin en üst katındaki Theodor'u çağırmak adına mutfağın az ilerisinde, kale kapısının hemen karşısında bir yılan gibi göğe kıvrılmış olan merdivenlerde bulmuştu kendini. Theodor'un uyanık olması için dua ediyordu binlerce kez çünkü onu uyandırmak hiç de kolay değildi.

"Sevgili Theodor, sevgili Theodor!" Nidaları ile merdivenin sonuna gelen Luca, odanın büyükçe kapısına sağlam bir dirsek geçirdiği gibi içeri daldı. Luca beklemeyi hiç mi hiç sevmezdi Theodor'un aksine.

Theodor ise yıllarca bekleyebilir, sorunsuzca oturabilirdi odasındaki tekli koltukta. Sabır, sınırını aşar gider lakin Theodor öyle geç varırdı ki bunun farkına, beklediği şey bile silinip giderdi hafızasından.

"Ah, şükürler olsun Tanrı'ya! Uyanmışsın benim biricik Theodor'um. Hadi kalk, krallar gibi besleyeceğim seni." dedi Luca büyük bir heyecanla konuşarak. Lakin onun aksine Theodor oldukça sakin, biraz da umursamaz görünen bir buz kütlesiydi.

"Bir karar ver artık," dedi Theodor bunun üzerine. "Tanrı'ya inanıyor musun yoksa yine ağız alışkanlığı mı oldu sende bu söylemler?"

Uzun boylu, sarışın bir gençti Luca. Saçlarını her zaman düzenlice keser, asla uzamalarına müsaade etmezdi. Açık kahverengi kaşları, toz pembe dudakları, küçük denebilecek kemerli bir burna sahipti tüm bu kusursuzluğun arasında. Theodor'un aksine kısa, tombul parmaklarıyla her işin üstesinden gelir, zayıf bedenine rağmen tüm yükün altından kalkmasını bilirdi.

Theodor ise tıpkı Luca gibi uzun boyluydu. Kendisinden uzun olunmasından pek hoşnut olmayan Luca, ara sıra Theodor'u sinirlendirmek adına sırık diye hitap ederdi ona. Simsiyah saçlarına zıt, ela gözleri vardı Theodor'un. Onun gözlerine bir bakan bir daha bakmak isteyecek kadar arzu dolardı. Sık, uzun kirpiklerinin gölgelediği göz çukurlarının birinde, o birinin sol alt köşesinde ufak bir ben vardı. Uzun, biçimli burnu yüzüne bir yapboz parçası gibi oturmuş, tam burun ucunun en ücra köşesinde bir ben daha yerini edinmişti.

"Ah sevgili dostum," dedi Luca tombul parmaklarını arkadaşının saçlarında dolaştırırken. Theodor'un saçları her zaman kendi dağınıklığında yüzerdi. Kulaklarının bir kısmını örten, ensesi boyunca uzanmış gür saçları, kirpiklerine kadar uzanan kaküllerle süsleniyordu. "Bunlar hep karnımın açlığı, gözümün tokluğundan. Hadi kalk, at şu uyku mahmurluğunu bedeninden, bahçede işlerimiz var seninle unuttun mu?"

Theodor unutmadığını belli etmek adına başını salladı. Luca'nın tombul parmakları, saçlarını terk ettiği vakit kendi de odayı terk etmiş, bir an evvel hazırlanıp aşağıya inmesi için Theodor'u bir başına bırakmıştı odasında.

Bugün güzel bir gün olmalıydı. Luca'nın kasabadan aldığı çiçek tohumlarını serpiştireceklerdi kalenin bahçesine. Güneş, sanki bunu bilir gibi dün gece kolaylık olsun diye eşeledikleri toprakla birebir hasbihâl ediyor ve bir anne kucağı sıcaklığıyla ısıtıyordu yeryüzünü.

Theodor, uzun parmaklarıyla üzerindeki yün yorganı bir kenara savurdu. Ilık zeminle buluşan ayağı, birkaç dakika uykunun verdiği ağırlıkla sabit kaldı zemin üzerinde. Biraz daha ayakta dikilirse tekrar uyumaktan korkarcasına gözlerini büyükçe açtı ve ayaklarını sürüyerek Luca'nın ardından mutfağa indi.

"Luca, umarım yine en sevdiğim peynirleri kızgın yağ ile buluşturmuyorsundur! Erimelerinden hiç mi hiç hoşlanmıyorum."

Sesini duyurmak için bağırarak konuştu Theodor. Aklından geçenlerin olmamasını dua ederek adımlarını hızlandırdı lakin gördüğü manzara karşısında gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu. Bir eli duvara yaslanmış, çaresizliğine eşlik eder gibi düşmüştü kavisli kaşları.

Bu çaresizce bekleyişine sebep olan manzara netti oldukça. Luca henüz kızmış olan yağın üstünde, elindeki peynirlerle bekliyordu. Theodor'un ani seslenişi onu bir müddet durdursa bile sinsice bir gülüşü dudaklarına oturtmuş ve alaylı bir edayla bakır kabın içine atıvermişti peynirleri.

"Öldüreceğim seni!" diye atıldı olduğu yerden. O esnada eriyen peynirin olduğu kabı, elindeki bez parçasıyla kavrayan Luca, mutfağın ortasında duran masanın çaprazına geçti. Sarışın, Theodor'un ocağı söndüreceğini bildiği için kaçmanın en iyisi olduğunu düşünmüştü o anlık.

Büyük bir keyifle elindeki kabı masanın ortasına bıraktı Luca. Birkaç dilim sıcak ekmeği de masaya koyduktan sonra Theodor'un şaşkın suratıyla karşılaşması da bir oldu.

"Üzgünüm ama üzgün değilim canım Theodor, peynirlerin en güzel şekilde ağzına layık olabilmesi için uğraşıyorum."

Luca'nın karşısındaki sandalyeye oturdu bir hışımla Theodor.

"Ama ben sevmiyorum böyle yemeyi, ağzıma layık değiller hiç! Bilmiyorum sanki ben, kendi ağzınızın tadına göre pişirdiğini peynirleri."

"Çok kabasın canım Theodor! Ne var yesen şu güzelim peyniri, peynir yiyemeyen insanlar var bu ülkede, biraz düşünce be adam!"

Her gün aynı muhabbet, farklı bahane, diye geçirdi içinden Theodor. Dışarıdan buz gibi görünse de herkeslerden gizlediği sımsıcak yüreğiyle arkadaşına kırmamak adına başını eğdi. Eline bir parça ekmeğini alarak konuyu değiştirdi.

"Hangi çiçeklerin tohumların aldın? Bir an evvel ekelim, kış yaklaşıyor."

Luca'nın aldığı tohumlar, sonbahar aylarında ekim için oldukça uygundu. Tasasızca konuştu bu sebeple.

"Biraz begonvil, biraz peygamber çiçeği ve biraz da yasemin..."

"Zambak," dedi Theodor. "Zambak da alacağını söylemiştin. Unuttun mu yoksa?"

Ne yazık ki Theodor'un güzel yüzü dışarıya hasretti. Luca elinden geldiği kadar Theodor'a yardımcı olmaya çalışıyordu lakin onun kafasında yer edinmiş çirkin sözcüğü öyle kuvvetliydi ki mânâsını değiştirmeye kimsenin gücü yetmiyordu, şimdilik. Hâl böyle olunca Luca dışarıyı eve taşır, yaptığı her işi anlatırdı Theodor'a.

"Almaz olur muyum hiç," Kabın içindeki son peynir parçasını ekmeğine bandırdığı gibi ağzına götürdü. Tüm lezzet, pare pare yüz hatlarında yerini aldı Luca'nın. Baş ve işaret parmağını dudaklarına götürerek son kırıntılarına ulaştı bu muazzam lezzetin.
"Tıpkı sana bahsettiğim sırayla aldım hem de!"

Theodor anlayamadığı bir heyecanla kalktı yerinden.

"Hadi," dedi sabırsızca. "Daha fazla oyalanmayalım."

Bölümün sonu.

PRENS THEODORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin