2.13

534K 5.6K 299
                                    

Çünkü baş belası, ben senin beni sevmene muhtacım.

Günlerdir zihnimin bir tarafındaki karanlığın içindeki beyaz nokta bu cümleydi. Sembolün diğer tarafındaki beyazlığın siyah noktası da Meriç'in sonraki sözleri olmuştu.

"Ve o çocuğun senin aklını karıştırmasına izin vermeyeceğim. Sana benim için ne kadar özel olduğunu göstereceğim. Yıl sonu partisini bekle."

Merak ediyordum. Çok merak ediyordum hem de. Avucumun içinde nefesini duyduğum çocuğun kalbinde ne kadar değerliyim öğrenme imkanım vardı. Kalbini açmasının zor olacağını hep biliyordum. Caner, bunun kilidini açmak için kullandığım bir yöntem değildi. Ona yakın olmak için belki... Onu başkalarından öğrenmek için belki ama bir başkası için özel olup ondan etkileneceğimi düşünmesi ve bunun onu korkutması aklıma hiç gelmemişti.

Kıskanmaktan farklı bir durumdu. Daha çok korkuyla eş değer görüyordum. Bir başkasının sevebilme ihtimalim mi daha korkunçtu onun için yoksa bir başkasını seversem benim için özel olmadığını kabul etmesi mi bilemiyordum. Bunun üstüne çok düşünmüyordum da. O, bundan ne kadar utansa da ben sevilmeye muhtaç olmasını anlıyordum.

İnsanların sevgisiz kalabileceklerine inanmıyordum. Bana kalırsa insan olmak sevgiyle ne kadar içli dışlı olduğumuzla ilgiliydi. Her şey ona çıkıyordu. Sevilmeyi ve sevmeyi bir insanın hayatından söküp alabilir miydik? Alırsak o, insan olmaya devam edebilir miydi? Bir robottan farksız. Ne kadar inkar edersek edelim sevgiye ihtiyacımız var. En önce de kendimizi sevmeliydik.

Yaz okulundaki edebiyat kulübü çalışmalarına ve edebiyat dergisine bu konuyu irdelediğim bir yazıyla dahil olmuştum. Meriç hayatımın her yerindeydi. Annem ve babam onun hayatımdaki eksilerine odaklansa bile beni daha çok düşünmeye, yazmaya itiyordu. Düşünce ve hayal yollarımı temizlemiş, hava girişinde naneli bir tat bırakmış gibi her şey çok ferahtı. Kafamın içinde neler olduğunun farkında olduğunu bile sanmıyordum. Bu katkısındaki doğallığının bozulmaması için ona bundan bahsetmeye de niyetim yoktu.

Her şey nihayetinde yeniden normale dönüyordu. Yaz okulundan sızlanmayı bırakmış hatta eğlenmeyi bile başarmıştım, derslerime geri dönmüş eksiklerimin çoğunu halletmiştim, Meriç ile annemle babamı rahatsız etmeyecek bir ilişkim vardı. Babası hastaneden çıkmıştı bu arada. Yaz okulu bitiyordu. Yeni okulumda resmi olarak bir dönemi sonlandırıyordum. Eskişehir'e gidecektim.

Annemi özlememe pek fırsat olmadı gibi gelse de buraya ne kadar sık gelirse gelsin ayrı olduğumuz her gün onu özlüyordum. Ayrı yaşamaya ne kadar alışsam da yeniden birlikte uyandığımız sabahlara, sadece ikimizin olduğu kahvaltılara, o masada hafta sonları öğlene kadar oturup neler oluyor konuşmalarına kavuşmama çok az kaldığı için heyecanlıydım.

Beni tek endişelendiren hayatımda neler olduğuna dair en ufak bir fikri olmayan ve ne kadar ayrı kalırsak kalalım, bunun aylarca olmasını bile umursamayacak eski erkek arkadaşıma her zaman birlikte olamayacağımızı kabul ettirme durumuydu. Bunu yaşamak istemiyordum ama muhtemel sonumuz böyleydi.

Yıl sonu partisinden sonra. Beni Eskişehir bekliyordu.

Cansu'nun günü nihayet gelmişti. Son bir haftayı parti için daha sıkı çalışarak, salonu düzenleyerek ve hazırlıklarla yakından ilgilenerek geçirdik. Her şey hazırdı. Ben hariç. Son dakika siparişiyle aldığım elbiseyi kutusundan çıkarırken aşağıdan babam seslendi.

"Kayla! Arkadaşın geldi."

Arkadaşın. Meriç. Bu kadar erken gelmiş olamazdı herhalde. Hazır değildim. Onu karşılayıp babamla baş başa bırakmak için aşağı indiğimde Caner'i gördüm. Onunla oyunumuzun bittiği üzerine telefonda bir konuşma yapmıştık. Meriç ile barıştığımızın altını çizmiştim. Biraz geçiştirerek kapatmıştı. Bana kızgın olduğuna inanıyordum.

Kötü Çocuk I & IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin