Bölüm 13

1.5K 180 128
                                    

Bölüm 13

" Güneş bile batar, ama sen hala ufkumdasın. "

Çıktığım bu yol da kaç adım attığımı bilmiyorum. Aşkı yolun sonundaki bir varış noktası gibi gördüğüm günlerdi. İnternet ağlarının Nazlı'nın kalbini kalbime bağladığından yaklaşık iki ay geçmişti. Bu süre zarfı içerinde ikinci sınıfın ilk dönemi bitmiş, derslerimde ki başarı sebebi ile de yaptığım devamsızlıklar fazla göze batmamıştı.

Nazlı ile ara ara ablasının telefonundan sesli görüşmeler yapıyor olsak da, daha çok internet üzerinden görüşmeye devam ediyorduk. Evinde bilgisayar ve internet olduğu için, bu onun için daha rahat oluyordu. Benim açımdan aynı rahatlık mevzu bahis değildi. Ne zaman çevrimiçi olacağını bilmediğimden, neredeyse tüm günümü onunla karşılaşmak için internet cafede geçiriyordum.

İkinci döneme başlarken bazı sebeplerden dolayı Nazlı okulunu değiştirmiş. Bu sebepten dolayı da telefon alınacağını öğrendiğimde çok sevinmiştim. Daha rahat iletişim kurabilecek bir birimizi daha yakından tanıya bilecektik, aramızdaki yüzlerce kilometrelik mesafelere rağmen.

Diğer yandan Serkan ve Hakan'la dostluğumuz ilerlemiş, bir birimizden habersiz adım atmaz olmuştuk. Hakan'ın okulu farklı olduğu için gün içerisinde fazla görüşemesek de geceleri mekân belirlediğimiz bir internet cafede hep beraberdik. Onlara Nazlı'yı çoktan anlatmıştım. Beni anlayışla karşılamışlar, gerçek bir sevgi varsa imkânsız bir şey olmadığını dile getirmişlerdi.

İnsan âşık olunca biraz daha büyüyor daha bir olgunlaşıyor. Daha yola ilk adım attığınızda üzerinize yükleniveriyor aşkın ağırlığı. Zaten buradan anlıyorsunuz hislerinizin gerçekçi olup olmadığını. Ben Nazlı ile büyümeye başlamıştım ama her büyüme bir değişim meydana getireceği gibi bende yavaş yavaş değişiyordum sanki.

Nazlı hayatımda o kadar yer etmeye başlamıştı ki, aramızda mesafeler yok gibiydi. Telefon kullanmaya başladıktan sonra onu ve hayatını daha yakından tanımaya başlamıştım. Neredeyse boş kaldığı bütün zamanlarda telefonla görüşüyorduk. Annesini, babasını, komşularını bütün akrabalarını eve ne zaman kimin gelip gittiğini, okul çıkış saatlerini ve hatta yaşamadığım bir şehrin cadde ve sokaklarını bile öğrenmiştim. Onu her gün okula götürmek için kapısından alıyor, evlerinin bulunduğu sokağı geçtikten sonra solda bulunan üst geçidin altında ki metroya biniyor. Üçüncü durakta indikten sonra onu gittiği okula kadar bırakıyordum. Okul çıkışında biraz bana vakit ayırıyor, Bakırköy sahilinde aramızdaki mesafelere inat birkaç tur atıyorduk.

Bana denizden, sahilden, seyyar satıcılardan, etrafta gezen sevgililerden bahsettikten sonra en sevdiğim manzaram dediği kayalıklara geliyor. Bana keşke burayı görsen diyordu. Birkaç saniyelik hasret kokan sessizlik ardından ben;

- " Benim en güzel manzaram sensin. " diyerek. Hayatımı nasıl çevrelediğini ona bir kez daha ima ediyordum.

O peçesi açılmış bir melike gibi utangaç ve tonunda gülümseme olan bir sesle;

- " Delisin sen. " Dedikten sonra. Bana hayatında ne kadar yer vermek istediğini göstermek istercesine.

- "Bak sana ne diyeceğim, Cansu ile tanıştıracağım seni, çok merak ediyor. Yarın internete gel biz okulu asacağız. Ama sen dersten çıktıktan sonra gel sakın okulu asma."

- " Tamam asmam. Zaten yarın ders hocamız yok. Boş olabilir ders."

Nazlı benim okuldan kaçmamı hiçbir zaman tavsiye etmez her zaman karşı çıkardı. Bende ne kadar ona hak versem bu konuda onun için ona yalan söyler, okulu astığım zamanlar dersimiz boş diye geçiştirirdim. İyi bir gelecek için bunun yapmamam gerekiyordu ama onunla geçirdiğim bir an geleceğimi gölgede bırakıyor, bütün zaman onun avuçlarında toplanıyordu. Cansu ile tanıştıracak olmasını kendi en güzel bahane yapmış ertesi gün okulu asmak için Serkan'a ve Hakan'a haber uçurmuştum. Ertesi gün Hakan dersi olmadığı bir vakit bize eşlik etmişti. Ben ve Serkan geleneksel bir adet haline gelen devamsızlığımıza bir yenisin daha eklemiştik. Her zamanki takıldığımız internet cafede Serkan bir bilgisayarda oyuna koyulmuş. Hakan ve ben aynı bilgisayarın başına oturmuş. Nazlı ve Cansu ile neşeli bir sohbet yapıyorduk.

Cansu Nazlı'nın hem çocukluk arkadaşı hem de yeni başladığı okulda ki en yakın arkadaşlarından biriydi. Cansu kıvırcık saçlı, esmer, içi ve dışı bir olan sempatik bir kızdı. Küçük baldız yaramazlıkları ve gıcıklıkları haricinde neşesi ve davranışları ile kendini çoktan sevdirmişti.

Nazlı ile Hakan'ı görsel olarak ilk defa o gün tanıştırmıştım. Hakan Nazlı'nın yanı sıra Cansu ile de tanışmış, Hakanı gören çoğu kız gibi Cansu' da ondan etkilenmiş ve beğenmişti. Aralarında fazla ciddiye alınmayacak ve Hakan'ın pekte umursamayacağı platonik bir yakınlık olmuştu.

Dışarıdan bakıldığında bizim de platonik bir sanal aşk gibi görünen ilişkimizin gerçek boyunu bir ben bir Nazlı ve birde Allah biliyordu. O yüzden kimse fazla ciddiye almamıştı bizi. Nazlı'nın ablası Neslihan bile.

Hakan ve Cansu da farklı bilgisayara oturmuş kendi aralarında sohbet ederken, biz Nazlı ile zamana ve mekâna sığdıramadığımız sevgimizi kelimelere sığdırmak istercesine konuşuyorduk. Onu bilgisayar ekranından izlemek bile beni heyecanlandırıyor, tarifi olmayacak hislere kapılıyordum.

- " Seni iyi ki bulmuşum, bunun için çok şükür ediyorum. " Diye yazdığımda.

- " Bizim sonumuz nereye varır sence. " Demişti.

- "Sonumuz mu?" Dedim şaşkın bir ifade ile.

O güne kadar hiç düşünmemiştim bir sonu. Aklımın ucunu sıyırıp geçti bu söz. Cehennemden kapı aralamış, üzerime kaynar sular dökmüştü. Konuyu kapatmak istercesine;

- " Sonsuzluğum, yokluğun soluksuzluğum. " Dedim. O ise kaldığı yerden devam ederek.

- " Peki ya olursa sonumuz. Nasıl olur mesela?"

O an bütün bildiklerimi unutmuş, samanlık içerisinde iğne ararcasına verecek bir cevap arıyordum. Dilemin ucuna gelen bütün kelimeler bir sonu anlatmaya yetmiyor. Aklım kabullenmiyordu. Kalbimin kuytu köşelerinden gelen bir sesle yazdım ona;

- " Bizim sonumuz dedin ya. Bundan güzel daha ne olsun. Eğer bir son olacaksa bu bizim sonumuz, senin ve benim sonum. Ben senin cennetinde var olmayı sevdiğim gibi, cehenneminde yok olmaya da razıyım. "

- " Tamam, unut gitsin dediğimi. İnşallah sonsuzluğumuzda buluşuruz." Dediğinde derin bir nefes aldım.

Ben bir kere sevmemiştim onu. Hep sevmiştim. Onun yaşadığını bilmeden, içimde onu büyütmüştüm. Kendimle beraber içimde onu da büyütmüştüm. Onu ben beslemiş, ben süslemiş, ben yetiştirmiştim sanki.

Mutlak bir gerçek vardır. Aşk dediğiniz şey tekliktir. Bir kişiye âşıksınızdır. Her insan âşıktır birine. Her insan büyütür düşlerinde birini. Bedensiz bir sevgiliye âşıktır. Hayat dediğiniz süreç, belirsiz bir zamanda, belirsiz sebeplerle içinizde büyüttüğünüz aşka benzer bir sevgili çıkartır karşınıza. Oracıkta sahiplenirsiniz onu, sebep aramazsınız zaten siz ona hep âşıktınız. O an sizin tek gerçeğinizin o olduğunu olunca anlarsınız, fon müziği olmadan duygu barındırmayan ilişkilerin sahteliğini. Filmlerden ve dizilerden bozma özenti aşkların hiçliğini.

Zamanın sahteliği içinde Nazlı' da bütün gerçeğimi bulmuş, daha güzel bir hayata hazırlanıyordum sanki. Her şey yolunda gibi göründüğü sıralar, hiç bir şeyin yolunda olmadığını göremeyecek kadar kördüm.

Zaman kelep kelep eriyor, günler haftaları, haftalar ayları kovalarken benim hayat tarzıma ters düşecek ama Nazlı'nın dünyasında çok doğal olan olaylar gerçekleşmeye başlıyordu...

Devamı 14. Bölüm

******************

NOT: Beğeni ve Görüşlerinizi bekliyorum.

Bu arada kitabımızın facebook sayfası açılmıştır. İsteyenler sayfayı beğenebilir.

https://www.facebook.com/askayururken

******************

isra - Aşk'a YürürkenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin